4 Mayıs 2011 Çarşamba

Bilgiyi bahşeden Rabbu’l-Alemin’in adı ve müsadesiyle…
Değerli kardeşlerim. İslam tarihi külliyatı ne yazık ki pek çok girdi-çıktılarla dolu. Bu girdi çıktılar ise, hangi cepheden olursa olsun, ister Rafizi, ister Şii, ister Alevi, isterse Ehl-i Sünnet olsun fark etmez, bütün fırkalar, tarihi araştırmak yerine tarihlerini yazmışlardır, daha açık bir ifadeyle, her gurup kendi tarihini kurmuş/yapılandırmıştır. Nasıl olmuştur bu? Daha sonra ortaya çıkan olayları temel alarak, daha önce meydana gelmiş olayları ya da sözleri yorumlamışlardır. Örneğin 1100 yılında yaşayan bir tarihçi, peygamber dönemi olaylarını, ayet ve hadisleri, 1100 yılındaki meydana gelen olaylara uygun tarzda yorumlamış, hem metni hem de tarihi kendi inanç ve itikadına uyumlu hale getirmiştir. Bu nedenle ve ne yazık ki, bütün tarihler gibi, İslam tarihleri de ideolojik olarak kurgulandığından, zihnimize belirli sapmalarla gelmektedir. Her bir gruba göre bir tarih vardır ve hangisini okursanız mükemmel derecede kurgulanmıştır. En klasik örneği, Şia ve Ehl-i Sünnet. Hangisini ele alırsanız alın, iki tarih de mükemmel olarak kurgulanmıştır. Aynı kurgulamayı İslam karşıtı diğer din ya da ateist gruplarınca da yapıldığını görüyoruz. Bunun örneğini de Turan Dursun tarafından kurgulanmış bir tarihin itirazları oluşturuyor. Turan Dursun da gerçek kaynaklardan derlediği ama bağlamından koparılmış haberleri alarak ideolojik bir tarih kurgulamıştır. Projesini yaptığı bir çizgi üzerinde, işine geldiği haberleri almış, bu haberleri diğer kaynaklardaki haberlerle karşılaştırmadan ve bağlamı dışında kullanarak idolojik tarihini yazmıştır. Biz, bilginin ve gerçeğin sahibinin müsadesiyle bu tarihin çok tartışılan yönlerini tartışacağız. Bu meyanda onun itirazlarının şahsımın cevaplarıyla karışmaması için renkleri değiştirdim:
 
Yeşil yazılar, Turan Dursun’un itirazları,
Kırmızı yazılar şahsıma aittir.
Gerçeği göstermesi için ondan yardım diliyorum…

İTİRAZ:
* Kuran'ın ilk orijinali: Küçük taşlar, deri, ağaç parçası, kemik gibi çeşitli nesnelere yazılıydı. Yakıldı.

EL-CEVAP:
Hayır, toptan ve hepsi yakılmadı, böyle toptancı bir haber yok. Bu parçalardan ilk Mushaf meydana getirilince, sözkonusu parçalar sahiplerine geri verilmiş ve onlar da bunu anı-hatıra olarak saklamışlardır. Daha sonra Osman zamanında yakılan deri-kemik parçaları olabilir ama yakıldıklarına dair kim tutmuş çetelesini bu binlerce bez-yaprak-derinin. Sonra bu parçalar yalnızca Medine’de yoktu ki. Her bir köye kasabaya gidip kim tutmuş yakılma kaydını bunların. İleride göreceğiz ki, yakılanlar iki türlü: Bireysel/gayr-i resmi Mushaflar ve lehçe farkı olan tabletler. Yakılma olayı da Medine’de cereyan etmiş ve herkes her şeyini yakmamış.

İTİRAZ:
* Kuran'ın ikinci orijinali: Ebubekir döneminde yapılan derleme. Yakıldı.

EL-CEVAP:
Kısa bir giriş: Hz Peygamberin vefatından bir yıl kadar sonra (633) Yemame savaşı oluyor, burada ortalama 70 veya çok çok daha fazla hafız şehit oluyor ve Hz. Ömer’in daha önceki Mushaf yapma ricası meşruiyet kazanıyor. Sizin ileride buyuracağınız gibi, herkes elindeki ve zihnindekileri getiriyor. Burada bir Mushaf ortaya çıkarılıyor. Bu Mushaf, Hz. Ebu Bekr’den Hz. Ömer’e, ondan da kızı ve Rasülüllahın eşi Hz. Hafsa’ya kalıyor. Daha sonra Hz. Osman, farklı lehçelerdeki okuma problemi ve gelen itirazlar eşliğinde, bu mushafı 4-7 arası nüsha yaptırıyor. Dolayısıyla elimizde 5-8 arası nüsha oluyor:
1-Hz. Hafsa, 2-Medine (imam nüshası), 3-Mekke, 4-Şam, 5-Basra, 6-Küfe, 7-Bahreyn, 8-Yemen nüshası
Hz. Ebu Bekr döneminde yapılan nüsha, Hz. Hafsa’daki nüsha. Hafsa’daki nüsha’yı, tek kaynaktan gelen bir rivayetle (Ebu Davud) Mervan’a kadar götürüyoruz. Mervan, Hz. Osman’nın yeğeni (amcaoğlu’nun oğlu), Osman’ın vefatından sonra ilkin Osman taraftarları içerisinde Hz Ali’ye karşı savaşıyor, sonra Hz. Ali’nin yanına geçiyor, (ilginç bir yaşam tarzı var) velhasıl Medine Valiliği sırasında o nüshayı Hz. Hafsa’dan istiyor. O da vermiyor. Hz. Hafsa’nın vefat edince, bu kez o (ilk) Mushaf’ı (Hz. Hafsa’nın) kardeşi Abdullah b. Ömer’den istiyor. İbn Ömer getirince ona el koyup yaktığı naklediliyor. Sonuçta, bu ilk Mushaf (diyelim ki) yakılsa da geride 4-7 arası fotokopisi bulunmaktadır.  
İTİRAZ:
Kuran'ın üçüncü orijinali: Osman döneminde oluşturulan "azmalar". Bunlar da dünyanın hiç bir tarafında yok.

EL-CEVAP:
‘Şu an’ kaydını koyarsak daha isabetli olur. Çünkü bu Mushaflar’dan bir kısmının 1900’lerin ortasına kadar görüldüğünü tarihçiler nakletmektedir. Eğer Sicill-i Osmani kayıtlarına bakılırsa, bunların kayıtları orada vardır. Yine tefsirci Ferrâ hatta Ferrâ’dan önceki tefsirciler daha ilk yüzyıl bitmeden kuran’ı tefsir etmişler ve kur’anı da tefsirlerine birebir yazmışlardır. Gerek Arap yarımadasının gerekse Orta doğunun farklı bölgelerinde yazılan sonraki Kur’an ve tefsirler de, el yazmalarından bakıldığında, bu günkü Kur’an ile aynı olduğu görülecektir.
Hz. OSMAN NÜSHALARI
Zerkānī: 4 nüsha olduğunu söyler: Mekke, Bahreyn ve Yemen’e gönderildi. (Menahilu’l-İrfan, I/402); dördüncü nüsha da Küfe’ye girmiştir. (İbn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesâhif, 34; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, X, 25)
El-Hindî: 4 nüshadır: Küfe, Basra, Şam ve Hicaz. (Kenzu’l-‘Ummal, II/581)
Aynī ve İbn Hacer: 5 nüshadır: En meşhuru budur. Bunlar Şam, Basra ve Küfe’ye gönderilmiştir. Medine’de iki tane kalmış, biri halkın görmesi için açılmış, diğeri de korumaya alınmıştır. (Ayni, ‘Umdetu’l-Kârî, XX/18; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, X/24; Semhüdi, Vefāu’l-Vefā, Beyrut 1971, II/670) Şia’dan Tabatabi’ye göre Medine’de iki değil bir tanedir, diğeri Mekke’ye gönderilmiştir. (Zerkani’den naklen, Menahilu’l-İrfan, I/401-402).
İbn Aşûr: 6 nüshadır. İkisi Medine’de, diğerleri Mekke, Şam, Basra ve Küfe’ye gönderilmiştir. (Zerkani’den naklen, Menahil, I/402).
Ebu Hatim es-Sicistanī: 7 nüshadır. Biri Medine’de kalmak üzere, Mekke, Şam, Bahreyn, Yemen, Basra ve Küfe’ye gönderilmiştir. (İbn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesahif, 34; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, X/25; Salih, Mebahis, s. 84) 
Zerkanī, sekiz diyenlerin de olduğunu belirtir.
Yakubī: 9 nüshadır. Küfe, Basra, Medine, Mekke, Mısır, Şam, Bahreyn, Yemen, el-Cezire (Tarih, II/170)
ÇOĞALTILAN MUSHAFLARIN AKIBETİ
İbn Battûta: Basra’da görmüş. (Rihletu İbn Battûta Tuhfetu’n-Nuzzār, Beyrut 1992, s.106)
İbnu’l-Cezerî: Şam ve Mısır’da görmüş. (Zerkani’den naklen, Menāhilu’l-‘İrfān, I/403)
a-Şam Mushafı:
Endülüslü seyyah İbn Cübeyr m.1258 yılında Osman mushafını Dimaşk Büyük Cami‘i’nde görmüştür. (İbn Cübeyr, Rıhlet-u İbn Cübeyr, Beyrut 1964, s.198) Yine ünlü tarihçi ve müfessir İbn Kesir (ö.1373) de ilgili mushafı görmüştür. 1124 tarihlerine doğru Taberiyye şehrinden Şam’a nakledildiğini söylemektedir. (İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an, s.26). İbn Battüta (ö.1363) bu mushafı Dımaşk Camiinde gördüğünü söyler. Mihrabın sağ-doğu köşesine doğru, yalnızca Cuma günleri açılan sandukanın içerisinde saklanırmış (Rıhle, s.106). Şibli Numani ise bu nüshanın II. Abdulhamid zamanında Şam Camiinde çıkan yangında yandığını söyler; Zencani ve Abdulvehhab Hamuda ise önce Petersburg sonra da İngiltere’ya nakledildiğini ve şu an orada bulunduğunu söyler. (Salih, Mebahis, s. 89; Keskioğlu, Kur’an Tarihi, s. 247-249)
b-Medine Mushafı:
Bu tarihi eser, I. Dünya Savaşı’na kadar Medine’de Ravza’da bulunuyordu. Musa Carullah 1930 yılında Rusya’dan kaçıp Arabistan’ı dolaştığında bu nüshayı gördüğünü ve üzerinde tahkik yaptığını belirtir. (Keskioğlu, Kur’an Tarihi, s. 247)
c-Mekke Mushafı:
İbn Cübeyr bu mushafı Kabe’de gördüğünü şöyle anlatır: “…Kabe’deki dolaptan Hz. Osman mushafı çıkarıldı. Bir kapağı makama bir kapağı da Kabe kapısına doğru açıldı …” (İbn Cübeyr, Rıhlet-u İbn Cübeyr, s. 138). İbn Battûta da bu mushafı Harem’de bir sanduka içerisinde gördüğünden; insanların kıtlık ve kuraklık zamanlarında bu mushafı çıkarıp onunla yakardıklarını bildirmektedir. Şibli Numani de bu mushafı h.735’te Mekke’de gördüğünü söyler. (Keskioğlu’ndan naklen, Kur’an Tarihi, s. 247-248).   
d-Küfe Mushafı:
Küfe’ye gönderilen bu Mushaf, Abbasiler zamanında Tarsus’a getirilmiş, sonra Suriyedeki Humus kalesine nakledilmiştir. Nablûsî (ö. h.1143//m.1730) yaptığı seyahatlerde bunu uzun uzadıya anlatır. Kevseri de bu nüshanın daha sonra İstanbul’a nakledildiğini söyler. (Kevseri, Makālāt, s. 12).
e-Basra Mushafı:
Hakkında pek çok bilgi vardır ama bu bilgiler sorunludur.
f-Kahire Mushafı:
İsmail Mahdum Kahire’deki mushafın Osman’a ait olduğunu söylemekle birlikte, bu bilgi de sorunludur.
Bütün bu bilgilere bakarak sağlam bir sonuca varmak zordur. Buna karşın Hz. Osman Mushaflarının fotokopi edilmesinden 7 yıl sonra, Sıffîn Savaşı’nda, Muaviye’nin ordusunda beşyüz Mushaf’ın olduğu bildirilmektedir. (Mes‘ûdi, Mürūcu’z-Zeheb, Mısır 1958, II/384-402). Çünkü o zaman sahifelerin bir kısmı mızrakların uzuna bağlanmıştı. Bu arada Meuaviye’nin adının da Mushaf toplama kurulunda geçtiğini bildirmekte fayda var.
İTİRAZ:
Yapılan inceleme ve aktarmalarla görülen o ki: Muhammed'in "vahiy katiplerine yazdırdığı" bildirilen "Kuran"ın ne "aynı" ne de "tümü" eldeki Kuran'da. Halife Mervan kendi gerekçesini şöyle açıklar; "Onda yazılı olanlar, Osman tarafından yazdırılan Mushaflara geçmiştir. Artık ona gerek kalmamıştır. Yakılıp yok edilmeseydi, zamanla kuşkulara yol açılabilir, ondan alınarak yazılan Mushaflar çevresindeki kuşkuları önlenemeyebilirdi. Bundan korktum, o nedenle yaktırdım."(Kaynak: ıb Ebi Davud, Leiden 1937, yay., s.243-Suphi e's-Salih Mebahis Fi ulum-il Kuran).

EL-CEVAP: 
Bugün o nüshalardan bir tanesi elimizde olsa bütün tartışma bitmiş mi olacak? Yok! Yine bir eserin gerçekliği için illa ki orijinal elyazması mı olacak? O halde benim görüşlerimin aleyhine sizin delil getirdiğiniz eserlerin hiçbirinin orjinal elyazması yok diye hepsini yalan yanlış mı sayacağım? Yine soruyorum: Sizin kanıt olarak sunduğunuz yukarıdaki haberlerin alıntılandığı eserlerin bugün için %80’inin orijinal el yazması yoktur. Acaba itirazlarınızın temelini oluşturan haberler, sözkonusu eserlerin çoğaltılan nüshalarına daha sonradan İslam düşmanları tarafından sokulmuş olmasın?!? Dolayısıyla bu itirazlarınız bütünüyle uydurma, yalan-yanlış şeyler mi olacaktır? Yok.
Ayrıca bir altı çizili haberin başına inanmayıp sonuna inanmak, doğru değil. Yine diyorum, bu tek kişiden gelen bir haber ve dolayısıyla ne tam inanma ne de tam reddetme şansımız yok. İlla ki bu haberi kullanacaksak, “Onda yazılı olanlar, Osman tarafından yazdırılan Mushaflara geçmiştir. Artık ona gerek kalmamıştır.” sözünü de hiçbir yorum yapmadan kabul etmeniz gerekir. Bu haberle ilgili yorum ilerde gelecek. 
İTİRAZ:
Kuran nasıl derlendi?
Kuran ayetleri bugünkü biçimi ile yazılıp bir araya getirilmiş değildi. Hadislerde peygambere vahiy olan ayetler çeşitli nesneler üzerine yazılıydı; hepsi de dağınık durumdaydı. Ayetler "Lihaf" (küçük taşlar), "Rıka" (deri ağaç yaprağı, bir çeşit kâğıt), "Ektaf" (deve ve koyun kemikleri), "Usub" (agaç parçası" gibi nesnelere yazılmıştı. Yitip gitmesin diye tümünü bir araya getirme çabasına ilk kez halife Ebubekir döneminde gerek duyuldu ve bu çabalar gerçekleştirildi.
EL-CEVAP:
KURAN’IN İLK YAZILMASI
Kurtubī: Hz. Ebu Bekr dönemindeki cemde Kur’an sureleri arasında sıra gözetilmeksizin bir araya toplandı. (el-Cami‘ li Ahkami’l-Kur’an, I/50) Bu [Hz. Ebubekr’e ait] cem, Kur’an ayetlerinin bir tek mushafta toplanmasından ibaretti. Bu Mushaf, tevatür ve icma sonunda oluştu. Amaç, hafızların vefatı nedeniyle Kur’an’ın kaybolma korkusuydu. Bu ilk mushafta hareke [hareke bizdeki sesli harfler gibidir] olmadığından, farklı lehçelere göre farklı okuma imkanı vardı. (Şelebî, Resmu’l-Mushaf, Kahire 1960, s. 9).
Bir takım kimselere göre ise ilk Mushaf surelere göre yerleştirilmiştir.  (Buti, Min Ravai‘ıl-Kur’an, s.43)
Hz Ebu Bekr, düzenlenen bu mushafı hilafet makamınca koruma (hafaza) altına altı. [Mervan’ın kastettiği koruma da budur].(Buti, Min Ravaihi’l-Kur’an, s. 43)
Çoğu hadis ve haberde Hz. Peygamberin vahyi indiği anda yazdırdığı vardır. (ez-Zerkani, Menahilu’l-İrfan, I/246; Mevdudi, Tefhîm, İst. 1986, I/21-22)
Zeyd b. Sabit’in rivayetleri:
-       Rasülüllahın komşusu idim, kendisine vahy geldiğinde beni çağırır ve gelen vahyi bana yazdırırdı. (İbn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesahif, Kahire 1355, s.3)
-       Biz, peygamberin huzurunda Kur’an’ı ‘ruk’a’/’rik’a’lardan telif ederdik. (Ahmed b. Hanbel, Sünen, V/184; Nisaburi, el-Müstedrek, Beyrut, II/229).
Suyuti, Hz Peygemberin vefatından önce Kur’nın tümünün yazılı olduğunu ancak bunların bir mushafta ve belli bir yerde toplanmadığını, herkesin elinde Kur’anın değişik ayetlerinin yazmalarının olduğunu söyler. (Suyuti, el-İtkan, I/163).
İTİRAZ:
Bir aktarmada "bunların tümünün peygamberin evinde, bir arada bulunduğu ve dağınıkken bir araya getirip, içinden eksilen olmasın diye ortasından iple bağlanmış olduğu" da açıklanır.
Buhari'nin yer verdiği bir hadise göre; "dinden dönüş" (ridde) olayları ve bu olaylar nedeniyle savaş hali vardı. Kuran'ı ezber etmiş kişilerin bir bölüğü ölmüştü.
EL-CEVAP:
YEMAME’YE KATILANLAR:
İbn Hişām: 40 sahabe (es-Sîre, III/194)
Hamidullah: 13.000 kişi (Hamidullah, Kur’an Tarihi, s. 52)
YEMAME’DE ŞEHİT OLAN TOPLAM KİŞİ
Vākidī: İkibin iki yüz kişi. (Kitabu’r-Ridde, s. 213)
Taberi: Binyüz kişi (Tarihu’l-Ümem, III/300)
İbnu’l-Esīr: Medineli muhacir + ensar = üçyüz altmış
                                     Medine dışı =üçyüz kişi (el-Kāmil, II/365)
YEMAME’DE ŞEHİT OLAN HAFIZLAR
Vākidī ve Aynī: 700 kişi (Vakidī, Kitabu’r-Ridde, s.213; el-Ayni, ‘Umdetu’l-Kari, XXIV/264)
Kurtubī: 700 kişi (İbn Hacer, Fethu’l-Bari, X/64; Kastallani, İrşadu’s-Sari, VI/316)
İbn Hacer: 700 kişi (Fethu’l-Bari, X/14-15)
İbnu’l-Cezerī: 500 kişi (İbnu’l-Cezeri, en-Neşr, I/7)
Zerkanī: 70 ila 500 arası (Zerkani, Menahilu’l-İrfan, I/249)
İbn Hişām: 70 kişi (bugün kabul edileni budur). 
İTİRAZ:
Ölenlerin sayısı artabilirdi, bunların tümü ölüp gitmeden Kuran'ın orada burada yazılı ayetleri derlenmeli, tümü bir kitap haline getirilmeliydi. Hattaboğlu Ömer durumu ve konunun önemini Halife Ebubekir'e anlattı. Ayetlerin derlenmesini önerdi. Halife başlangıçta pek doğru bulmamıştı bu görüşü.

"Peygamberin yapmadığı şeyi yapmak nasıl doğru olabilirdi?" diye düşünüyordu. Ömer direndi ve önerisini kabul ettirdi. işin gerçekleşmesi için de Zeyd Ibn Sabit'e görev verildi. Zeyd "Ebubekir bana 'Sen akıllı bir gençsin. Peygambere vahiy yazdığın için senin başaracağına güveniyorum. Araştır ve topla Kuran ayetlerini' dedi, Tanrıya ant içerek söylerim ki, dağlardan bir dağı yükleyip taşımayı önerseydi, buyurup verdiği görev kadar bana ağır gelmeyecekti. Yani Kuran'ı derlemek kadar." diyor ama sonunda görevi kabul ettiğini söylüyor ve işi nasıl yaptığını şöyle dile getiriyor:

"Kuran (ayetlerini) derlemeye koyuldum. Hurma dallarından, küçük taşlardan ve kişilerin ezberlerinden izleyip derledim (cem).[1]

EL-CEVAP:
Kevserî yazılan metinlerin sahabilerin kendi evlerinde sakladıklarını belirtir: Kur’an, Hz. peygamber zamanında parça parça yazılmış, Rasülün huzurunda yazılan bu parçaları sahabiler evlerinde saklamışlardır. (Kevseri, Makalat-ı Kevseri, s. 7-8.). Zeyd b. Sabit, dağınık metinleri bir yıllık sürede toplamıştır (A. Çetin, Kur’an İlimleri ve Kur’an Tarihi, İst 1982, s. 93).
İTİRAZ:
İşin sonunda, Tevbe (Beraat) suresinin sonunu, Ebu Huzeymetu'l-Ensari'de buldum. Ki, başkasında bulamamıştım bu parçayı". Zeyd, bu parçanın Tevbe Suresinin sonundaki ayetleri (128 ve 129. Ayetleri) oluşturduğunu açıklıyordu. Böylece Zeyd, Kuran ayetlerini derleme işini yaparken iki kaynağa başvurmaktaydı: Ayetlerin yazılı olduğu nesneler (ağaçlar, taşlar..) ve ezber bilenlerin bellekleri.

EL-CEVAP:
Evet doğrudur ama eksiktir. Zeyd, komisyon’a tesadüfen seçilmedi. Çünkü o, bir hafızdır ve peygamberle devamlı muhasebe eden birisi idi. Dolayısıyla %99,9 bütün doküman, onun elinde de vardı, zihninde de. Sonra diğer komisyon üyeleri de hafızdı. Hafız demek, Kur’anı yüzünden okuyan değil, tamamını istenildiği anda ezberden hemen hemen yanlışsız okuyan demektir. İki hafız olsun, bir de ana dilleri Arapça olsun, baştan sona Kur’an’ı 1 haftada yazarlar. Zeyd bir hafız ve diğer bazı komisyon üyeleri de öyle. Kur’an ezberlerinde. Aradıkları, ellerinde ve zihinlerindeki ortak metne mutabıklık. Çünkü bunların ana dili Arapça olduğundan, belleklerinde hz Peygamberin sözleri de Arapların şiirleri de var. İşte bu mutabakat sağlanınca sorun ortadan kalkıyor. Ebu Huzeyme’de olan ayet, başkasında yok değil, Zeyd’de ve diğer komisyonda var:
“Haris b. Huzeyme, Berae [başka kaynaklarda Tevbe] süresinin sonundaki iki ayetle Ömer’in yanına geldi. Ömer ona: Bunlardan Kur’an’da olduğuna dair başka şahit var mı? İbn Huzeyme de ‘Hayır, olup olmadığını bilmiyorum. Yalnız şahadet ederim ki, bu ayeti Rasülüllah’tan işittim ve ezberledim’ dedi. Bunun üzerine Ömer ‘Şahadet ederim ki, bu ayeti Rasülullah’tan ben de duydum’ dedi. Onları Kur’an’dan bir sureye yerleştirin dedi.” (İbn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesahif, s. 30) Dolayısıyla ‘onu Ebu Huzeyme’de buldum’ ifadesi, ‘yazılı olarak onda buldum’ demektir.
İTİRAZ:
Ebubekir döneminde yazılan Kuran için başvurulan ezbercilerin başka deyişle hafızların sayısı Müslümanlar arasında tartışmalıdır. O döneme ilişkin kaynaklardan Buhari'nin "e's-Sahihi"nde yer alan üç hadisten anlaşıldığı kadarıyla Kuran'ın tümünü ezberleyenlerin en iyimser rakamla 7 kişi olduğu kabul edilebilir. Bu, Peygamber dönemindeki "hafız"ların, yani Kuran'ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısıdır.  Buhari'nin "e's-Sahih"inde geçen hadis şöyle:

Birinci hadis: Amr Ibnu'l-Ass anlatıyor: Peygamberin "Kuran'ı dört kişiden alın, Abdullah Ibn Mes'ud'dan, Salim'den, Muaz'dan ve Übeyy Ibn Ka'b'den" dedigini işittim. (Buhari, Fadailu'l-Kuran 8.)
İkinci hadis: Enes anlatıyor: "Peygamber öldüğünde, dört kişiden başka Kuran'ı tümüyle ezberlemiş olan yoktu. Ebu'd-Derda, Muaz Ibn Cebel, Zeyd Ibn Sabit ve Ebu Zeyd." (Buhari.)
Üçüncü hadis: Katade'den aktarılıyor: "Malik oğlu Enes'e; 'Peygamber döneminde, Kuran'ı tümüyle ezberleyenler kimlerdir?' diye sordum. şu karşılığı verdi: 'Dört kişi. Tümü de Medine'li. Übeyy Ibn Ka'b, Muaz Ibn Cebel, Zeyd Ibn Sabit ve Ebu Zeyd (Buhari, aynı yer, Müslim 24ö5. Hadis.)
Bu hadislerde adları yazılı olanları topladığımız zaman Peygamber döneminde Kuran'ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı yedi idi demek gerekiyor: Ibn Mesud (1. hadiste), Salim (1. hadiste), Muaz Ibn Cebel (1. 2. ve 3. hadiste), Übeyy İbn Ka’b (1. ve 3. hadiste),Ebu’d Derda (2.hadiste), Zeyd İbn Sabit (2. ve 3. hadiste), Ebu Zeyd (2. ve 3. hadiste).
EL-CEVAP:
Bu hadislerin, özellikle Enes’in hadisinin, kendi içinde özel durum ya da sorunları var:
KURANI TAM EZBERLEYENLER
Muhacirlerden: Dört halife, Talha b. Ubeydullah (ö. 36 / 656), Sa’d b. Ubade, İbn Mes’ud, Ebu Hureyre, Ebu Huzeyfe (Azami, Küttabu’n-Nebi, s.37); kölesi Salim, İbn Ömer, İbn Abbas, Amr b. As, oğlu Abdullah, Muaviye, İbn Zübeyr, Abdullah b. Saib, Temim bi Evsed, Ukbe b. Amir (İbn Hacer, Fethu’l-Bari, X/63).
Ensarda: Ubry b. Ka’b, Muaz b. Cebel, Zeyd b. Sabit, Ebu’-Derda, Mecma‘ b. Harise, Enes b. Malik, Ebu Zeyd, Ebu Musa el-Eşari, Fadule b. Ubeyd, Ubade b. Es-Samit, Mesleme b. Mahled, Ebu Eyyub el-Ensari, Said b. Munzir, Kays b. Sa’sa. (İbn Hacer, Fethu’l-Bari, X/63).
Kadınlar: Hz. Aişe; Hafsa, Ümmü Seleme ve Ümmü Varaka.( İbn Hacer, Fethu’l-Bari, X/63).
Buhari’ye göre: İbn Mes’ud (Hz. Osman zamanında öldü), Muaz b. Cebel (Ömer zamanında öldü), Ubey b. Ka’b (Hz. Osman zamanında öldü), Zeyd b. Sabit, Ebu Zeyd, Ebu’d-Derda.
Abdullah b. Amr el-As hbaeri: İbn Mes’ud, Muaz b. Cebel, Ubey b. Ka’b ve Ebu Huzeyfenin kölesi Salim.
Katade, ENES’ten: Kur’anı peygamber döneminde cem (buradaki anlamı hıfz) edenler: Ensardan dört kişi: Ubey, Muaz, Zeyd, Ebu Zeyd.
İbn Hacer’e göre Enes bu rivayeti, Evsliler ile Hazreçliler arasında geçen bir fazilet yarışında söyler. Önce Evsliler söyler:
“Bizde fazlietli dört kişi var: Sa’d b. Muaz, Huzeyme, Hanzala İbn Ebi Amir, Asım ibn Sabit”
“Enes de (kendi kabilesi olan) hazreçliler için bunu söyler: Bizde dört kişi var bunlar da Kur’anı cem (hıfz) ettiler (…)(İbn Hacer, Fethu’l-Bari, X/62).
İTİRAZ:
İslam din bilirleri bu hadislerdeki açıklamaların "dinsizlerin işine yaradığını" ileri sürerler. (Suyuti, El İtkan, Mısır 1978, c.1, s.94, satır 13.) el-İtkan'da daha başkalarının da Kuran'ı ezberlemiş oldukları adları ile açıklanıyor. Ama aktarmayı yapan, bu adları sayılanlardan kimilerinin, Kuran'ın tümünü ezberleme işini Peygamberin ölümünden sonra bitirdiklerini açıklamaktadır. [Yani hafız olmuşlardır] (El-İtkan, 95-96.)
EL-CEVAP
Burada muazzam bir çelişki var: Şimdi bizim kendisinden çıktığımız olay, Kur’an’ın toplanma olayı. Bu da Yemame savaşında pek çok (en az 70) hafızın şehit edilmesi. Bir kaynakta; peygamberin vefatı (632) ile Yemame savaşı (633) arasında 6 ay olduğu yazıyordu. Diyelim ki 6 değil 12 ay vardı. Buna göre Peygamber vefat ediyorken en çok 7 hafız, vefatından 1 sene sonra en az 80-90 vardı (çünkü hafızların hepsi değil, pek çoğu şehit oluyor). Bu iki haberden birisi yalan. 12 ayda 80-90 hafızın yetişmesi imkansız. İzah edeyim:
Hafızlık 15 veya daha aşağı yaşta yapılırsa, 6 ay ya da 2 yıl sürer. Yaş yukarı çıktıkça süre de uzar. Ben 13-15 yaşları arasında, 1,5 yılda yaptım, ezberim güçlü değildi. Demek ki peygamber vefat ederken hep yetişkin kimseler hafızdı, ama peygamberin vefatından sonra 6 ay ya da 1 sene içerisinde en az 70 kişi hafız oldu. Bu hesaptan bunların yaşları da en çok 15 olacak. Sonra bu 15 yaşındaki çocuk ordusu savaşa gidip, pek çoğu telef olacak. Zeyd de kuran toplama komisyonunda bu çocukların zekasına güvenecek. Yapmayın. Yapmayın… O halde bu iki haberden birini alıp diğerine ünlem koyacağız. Alacağımız haber de Ömer’in Ebu Bekr’e rica ettiği, yani Yemame savaşı’nda en az 70 hafızın şehit haberi olmalı. Çünkü bütün çıkışımız o olay. Demek ortalama en az 80-90 kadar hafız vardı ve bu da yalnızca Medine’de ve Peygemberin vefatından sonraki 6 ila 12 aylık dilimde. O halde Peygember vefat ederken, pek çok hafız vardı ve bunlar da yalnızca Medine’deki hafızlardı. Haberlerdeki hafız sayılarındaki çelişki de buna kanıt olsa gerek. Gerçi yazının en sonunda buna ilişkin bir şerh yer alacak.
İTİRAZ:
Zeyd Ibn Sabit, herhangi bir parçayı Kuran'a geçirmek için "iki tanık" koşulu koymuştu. [Şimdi bu iki tanık, Kur’an’ın doğruluğu için yeterli ise, bir ayet dışında bütün insanların Kur’an’a inanması bir zorunluluk arzediyor, değil mi?] Ancak bir tanıkla Kuran'ı alma gereği duyduğu ve geçirdiği parçalar da vardı. Örneğin, Ebu Huzeyme'de bulduğu ve Tevbe Suresi'nin son iki ayetini oluşturan parça böyleydi.
EL-CEVAP
Subhi Salih: “Bu rivayeti okuyan birisi, Zeyd b. Sabit’in Tevbe Suresinin son iki ayetini sadece Ebu Huzeyme el-Ensari’nin yanında bulmuş olması hususunda şüphelenebilir. Ancak okuyucunun bu şüphesi, Zeyd b. Sabit’in onu sadece Huzeyme’de bulduğunu öğrenmesiyle hemen giderilir. Bulduğu bu belge onun kabulü için yeterliydi. Çünkü sahabiden pek çok kimse onu ezberlemişti. Zeyd b. Sabit’in kendisi de onu ezbere biliyordu. Lakin ihtiyat açısından ezberi yazılı belge ile desteklemek istedi. Zeyd, diğer kısımlarının toplanmasında da aynı metodu takip ederek Ebu Bekr’in emriyle Kur’an’ın tamamını topladı. Burada bir ayet veya ayetlerin kabulü için ezber ve yazılı belge olan iki şahit şart koşulmuştu” (Subhi Salih, Mebahis, s.66-67)
Aynī: “Zeyd bu ayeti kaybedince ezber olarak değil, yazılı olarak sadece Huzeyme’de bulmuştur. Zira bu ayet Zeyd’in kendisi, Ubey b. Ka’b ve Hilal b. Ümeyye gibi pek çok kimsenin ezberinde vardı.” (Ayni, Umdedu’l-Kari, XIV/104). Zeyd’in ‘ondan başkasından bulamadım’ demesi, ‘yazılı olarak sadece onda buldum’ demektir. (Ebu Şame, el-Mürşidu’l-Veciz, I/57; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, X/17; Suyuti, el-İtkan, I/166; Ayni, ‘Umdetu’l-Kari, XVIII/282).
Jeffery: “Tevbe suresi’nin 128. ve Ahzab süresinin 23. Ayeti herkesin ezberinde vardı. Ama yazılı olarak sadece Huzeyme veya Ebu Huzeyme’de bulunmaktaydı. Bunu o kişide bulunca hemen yerine yazdılar. Dileselerdi bunu ezberlerindeki bilgilerinden yazarlardı. Onların bu ayetleri kaybettiklerini anlamaları, bu ayetlerin onların hafızalarında var olduğunun delilidir.” (Arthur Jeffery, Mukaddimaten fi Ulumi’l-Kur’an, Kahire 1954, s.35).
Kurtubī: “Huzeyme bu ayetlerin Kur’an’dan olduğunu söyleyince, sahabilerin çoğu onların Kur’an’dan olduğunu hatırladı. Bunları Zeyd de biliyordu. ‘Kaybettim’ ya da ‘bulamadım’ sözleri bundan dolayıdır. Eğer o bunları bilmeseydi, kaybettiği bir şey olup olmadığını da bilemezdi. Bu nedenle sözkonusu ayetler sadece Huzeyme’nin sözüne dayanarak değil, icma ile sabit olmuştur.” (Kurtubi, el-Cami‘ li Ahkāmi’l-Kur’an, I/56).
İTİRAZ:
Kuran'ı derleme ve yazma işi bir yıl sürer. Bu işe girişildiğinde Ömer ile Zeyd, mescidin kapısına oturmuşlar, "herkesin Peygamberden ayet olarak elde ettiği ne varsa getirmesini" istemişlerdi. Başarılan iş, kaynaklarda şöyle tanımlanır: Kuran ayetlerinin, surelerinin bulunduğu iki kapaklı bir kitap. Derlenip yazılan sayfalar, ölene dek Ebubekir'in yanında kaldı, sonra Ömer'in (halife) yanında bulundu. O da ölünce, kızı Hafsa'ya verildi.

Kuran ikinci kez derleniyor:
[Derleme değil, çoğaltma. Derleme oldu ve bitti.]
Buhari'de yer alan bir hadis şöyle: Ermeniyye ve Azerbaycan'ı ele geçirmek için savaşılıyordu. Huzeyfe, Ibnu'l-Yeman, Halife Osman'a geldi. Müslümanların okudukları Kuran'lardaki birbirini tutmazlıktan yakındı, "Emire'l-Mü'minin! Bu ümmet, kendisinden önceki Yahudiler ve Hıristiyanların içine düştükleri birbirini tutmazlılıklar gibi bir duruma düştü!" Bunun üzerine Osman, Hafsa'ya adam gönderdi, başka Kuran nüshaları yazıp almak için kendisinde bulunan sayfaları (yani Ebubekir döneminde yazılan kitabı) göndermesini istedi. "İş bitince sana geri gönderirim" dedi. Hafsa da gönderdi o sayfaları Osman'a. Osman, hemen Zeyd Ibn Sabit'e, Abdullah Ibn Züyebr'e, Sa'd Ibnu'l-As'a ve Hişam oglu Haris oğlu Abdurrahman'a buyruğunu verdi.[2] Onlar da Hafsa'dan getirilenden alıp Kuran nüshalarını oluşturdular. Osman, kuruldaki üç kişiye şunları söyledi:

"(Medine'li) olan Zeyd ile Kuran'dan herhangi bir kesimde ters düştüğünüz zaman, tartışma konusu olan parçayı Kureyş dili ile yazın. Çünkü Kuran sadece Kureyş dili ile inmiştir."

EL-CEVAP:
Bu son alıntı o kadar sorunlu ki: Kureyş bir dil değil, lehçe. Medineli Zeyd, yani Zeyd b. Sabit, ilk mushafın komisyonundaydı. Bu ilk mushafı da Zeyd yaptı. O halde Hz. Osman onu niye istedi de ondan fotokopi yaptırdı. Çünkü aşağıda gelecek, aynen öyle diyor: İstinsah: el yazısı ile fotokopi. Sonra Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer, birer kureyşli olarak, Zeyd’i komisyona seçerken onun ne olduğunu bilmiyor muydu? Siz bir komisyon kurduracaksınız ve komisyondaki bir üyeye inanmayacaksınız. Sonra diyeceksiniz ki, ben seçtim ama onu dikkate almayın. O şahsın derlediği nüshayı fotokopi edin ama o şahsı dikkate almayın.
Oysa işin aslı şu:
Hz. Osman, ‘en iyi yazan kimdir?’ diye sorunca ‘Hz. Peygamber’in katibi Zeyd b. Sabit’tir’ dediler. En fasih Arapça bileni kimdir?’ diye sorunca ‘Said b. el-As’ dediler. Hz. Osman da ‘Said söylesin, Zeyd de yazsın’ dedi.” (İbn Hacer, Fethu’l-Bari, X/23) 
Lehçe olayını iyi kavramak gerek: O dönemde Arapça’da ne noktalı harf var ne de hareke. Bunlar bizdeki sesli harflere karşılık gelir. Örneğin: KRŞ. Bunu Kuryşli alıyor alıyor KaRıŞ okuyor; biri alıyor KuRuŞ okuyor; biri KıRıŞ, biri KiRiŞ, biri KaRŞı; biri KReŞ vs vs. Zeyd’in buradaki asıl özelliği Kur’an’ı ezbere bilmesi yanında, YAZIYI İYİ YAZMASI; Kureyş lehçesini iyi bilmesi değil. Hz. Osman’ın dediği de, yazıya yönelik bir şey değil, okunuşa yönelik bir şey. Kureyşli, yani Kureyş lehçesini iyi bilen okusun [çünkü KaRıŞ mı olacak KARiŞ mi? Bizdeki gibi: “Yapmayın öylece dursun”. Temel der ki: “Yapmeyun ööle türsin”] yazıyı iyi bilen de yazsın.  

Şimdi bu haberi başka kaynaklarından alıp yine bakalım:
h.25 yılında Ermenistan fethi var ve ilk problemler burada başlıyor. Hz. Osman’ın Hz. Hafsa’daki Mushaf’ı çoğaltması da h.25’tir. Bu da m. 646 ya da 647’dir.
1-“Huzeyfe Azerbaycan seferinden döndüğünde Said b. El-As’a şöyle dedi: Ben bu seferimde bir durumla karşılaştım. Eğer insanlar kendi haline bırakılırsa, Kur’an okuma hususunda ihtilafa düşecekler ve bir daha da bunun giderilmesi mümkün olmayacaktır. Said: “Nedir o gördüğün?” diye sorunca, Huzeyfe: “Bazı Hımslılar kendi okuyuşlarının diğer bütün insanlardan daha doğru olduğunu iddia ediyorlar. Bunlar Kur’an’ı Mikdat’tan öğrenmişler. Şamlıların da şöyle dediğini işittim: “Bizim okuyuşumuz diğerlerinin okumasından daha daha iyi ve daha doğrudur.” Küfelilerin de aynı şekilde konuştuklarını duydum. Onlar da Kur’an’ı Abdullah bin Mes’ud’dan öğrenmişler. Kur’an’ı Ebu Musa el-Eş‘ari’den öğrenen Basralılar da aynı şeyi söylüyorlardı. Onların Mushaflarına Lubabu’l-Kulüb adını veriyorlardı. Küfe’ye ulaştıklarında Huzeyfe oradakilere bu durumu bildirmiş ve bu konuda onları uyarmıştı. Rasülün ashabı ve tabiinden çoğu, Ebu Huzeyfe’yi haklı buldu. Ama İbn Mes‘ud’un arkadaşları ona “Sen ne diyorsun? Biz İbn Mes‘ud’un okuduğu şekliyle okumayalım mı” dediler. Buna Ebu Huzeyfe ve yanındakiler şöyle cevap verdi: Vallahi ömrüm elverirse müminlerin emîrine gidip bu meseleyi anlatacağım ve ondan mutlaka bu durumu düzeltmesini isteyeceğim, dedi. Onun bu sözü üzerine Abdullah b. Mes’ud ağır sözler söyledi. Said de [onlara] kızıp öylece oradan ayrıldı ve kalabalık dağıldı. Huzeyfe de aşırı sinirlenmişti, gidip Osman’a gördüklerini anlattı.” (İbnu’l-Esîr, el-Kāmil fi’t-Tārîh, Beyrut 1964, III/111-112) 
Demek o dönemde:
Şamlılar, Ubey b. Ka‘b’ın okuyuşuyla
Kûfeliler, Abdullah b. Mes‘ud’un okuyuşuyla
Basralılar, Ebû Musa el-Eş‘ārî’nin okuyuşuyla
Hımslılar, Mikdād’ın okuyuşuyla okuyorlar.
[Bana göre, Hz. Osman da nüshaları muhtemelen Şam, Küfe ve Basra’ya göndermiş olacaktır.]
2-“İbn Şihâb, Enes b. Mâlik’in şöyle dediğini nakletti:
— Ermenistan fethinde Suriyelilerle, Azrebîcân fet­hinde de Iraklılarla birlikte harb eden Huzeyfe b. Yemân, bunların [yani Suriyelilerle Iraklıların] Kur'ân'ı çeşitli şekillerde [yani lehçelerde] okumalarının kendisine verdiği en­dişeyle Osman'a geldi ve ona:
— Ey Mü'minlerin Emîri, sen, Kur'ân'ı okumakta Yahûdîler'le Hnstiyanlar'ın kendi kitâblarını okumakta uğradıkları ayrılığa ben­zer bir ihtilâfa düşmeden evvel bu ümmete yetiş, bu işin icâbına bak, dedi.
Bunun üzerine Osman, Hafsa'ya haber gönderip:
— Bize Kur'ân'ın yazılı olduğu sahîfeleri gönder de, biz sûreleri Mushaflara nakledelim, sonra da o sahîfeleri tekrar sana iade ede­lim, dedi.
Bunun üzerine Hafsa muhafaza ettiği Kur'ân'ı Osman'a gönder­di. Osman da [1] Zeyd b. Sabit, [2] Abdullah b. Zubeyr, [3] Saîd ibnu'l-Âs ve [4] Abdurrahmân ibnu'l-Hâris ibn Hişâm'dan kurulu istinsah heyetine emir verdi. Onlar da bu asıl nüshadaki sûreleri Mushaflara is­tinsah edip naklettiler. Osman bu istinsah işinin başında, Zeyd'in Medîneli olması yüzünden Kureyşli olan üç kişiye hitaben:
— Sizler Zeyd b. Sabit ile Kur'ân'dan [lehçe yönünden] herhangi bir şeyde ihtilâf ettiğiniz zaman, Kur'ân'ı Kureyş lehçesi ile yazınız. Çünkü Kur'ân, Kureyş lehçesi ile nazil olmuştur, demişti.
Onlar da öyle yaptılar; sahîfeleri Mushaflara istinsah edip naklettikleri zaman, Osman asıl sahîfeleri tekrar Hafsa'ya iade etti.
Hey'et üyelerinin istinsah ettikleri Mushaflar'dan birer Mushaf'ı da her tarafa gönderdi. Bu gönderdiği (resmî) Mushaflar'ın dışında kalan ve içinde Kur'ân’ın yazılı olduğu her sahîfenin yahud mushafın da yakılmasını emretti.
3- Taberi: İbn Şihab - Harice b. Zeyd b. Sabit – Zey b. Sabit dedi ki: “Peygamberin ashabı Yemame’de öldürülünce, Ömer, Ebu Bekr’in huzuruna girdi ve şöyle dedi: Yemame’de peygamberin ashabı kelebeklerin ateşe atılırken hayatlarını kaybettikleri gibi hayatlarını kaybediyorlar (Taberani, el-Mu‘cemu’l-Kebir, V/130), başka yerlerde de aynı durumun yaşanmasından, yani hafızların yok olmasından ve böylelikle Kur’an’ın zayi olup unutulmasından korkuyorum. Onu cem edip yazdırsan diye düşünüyorum. Ebu Bekr bundan kaçındı, Peygamberin yapmadığı şeyi ben mi yapayım, dedi. Bu konuda bir süre konuştular. Sonra Ebu Bekr, Zeyd b. Sabit’i çağırdı. Zeyd şöyle dedi: Ebu Bekr’in huzuruna girdim, Ömer de oradaydı. Ebu Bekr şöyle dedi: Bu (Ömer) beni bir iş yapmaya çağırıyor, bense kabul etmiyorum. Sen Peygamberin vahiy katibiydin, eğer sen onunla aynı görüşte isen ben de bunu onaylar ve bu işi yaparım, dedi. Ebu Bekr, Ömer’in anlattıklarını anlattı. Ömer bu esnada sustu. Sonra Ebu Bekr şöyle dedi: Ben bundan kaçındım, peygamberin yapmadığı bir şeyi mi yapacağız, dedim. Sonra Ömer söze katıldı: ‘Siz bunu nasıl yaparsınız?’ dedi. Biz bir süre düşündük, hiçbir şey demedik. Bu konuda ne yapacağımız bilemedik. Sonra Ebu Bekr bana bu işi yapmamı emretti. Ben Kur’an’ı işlenmiş deri, kürek kemiklerinden sayfaya yazdım. Ebu Bekr vefat edince Ömer’e kaldı, o vefat edince de Hafsa’ya kaldı. Huzeyfe Ermenistan gazvesinden geldi, daha evine girmeden Osman’a gitti. ‘Ey Emiru’l-Mü’minin! Yetiş!’ deyince Osman ‘Ne oldu?’ dedi. O da ‘Ermenistan’da savaştım, orada Iraklı ve Şamlı askerler vardı. Iraklılar Ubey’in okuyuşuyla Şamlılardan farklı okuyorlardı. Şamlılar da onları tekfir ediyorlardı. [Zeyd b. Sabit şöyle devam ediyor:] Osman bana kendisi için Mushaf yazmamı emretti ve ben sana yardımcı olarak fasih konuşan birini vereceğim, onunla ittifak ederseniz yazın; ayrılığa düşerseniz bana sorun dedi ve yanına İbn Said’i verdi. Onlar sadece ‘tabūt’ [sondaki ta harfi açık mı kapalı mı?] kelimesinde ihtilaf ettiler. “Yazım işini bitirince gözden geçirdim. Ahzab suresinin 23. Ayetini bulamadım. Muhacirlere ve Ensar’a sordum, bulamadım. Nihayet Huzeyme’de buldum ve hemen yazdım. Bir kez daha gözden geçirdim. Bu kez de Tevbe suresinin son iki ayetini bulamadım. Nihayet bu ayetleri de Huzeyme adından başka birinin yanında buldum ve Berae suresinin yanına yazdım. [İşte bu sonuncular, Ebu Bekr döneminde olmuştur ve haber iç içe girmiş/karışmıştır] Sonra bir defa daha kontrol ettim, hiçbir eksilik bulamadım.” (Taberi, Camiu‘l-Beyan, I/26-27)
Şimdi metni başa dönüp analiz edelim:
“Müslümanların okudukları Kuran'lardaki birbirini tutmazlıktan yakındı. Emire'l-Mü'minin! Bu ümmet, kendisinden önceki Yahudiler ve Hıristiyanların içine düştükleri birbirini tutmazlılıklar gibi bir duruma düştü!” Kuran’lar yok daha ortada, çoğalma olmadı ki. Tek nüsha var o da Hafsa’da ve halka dağıtılmadı. Bunun dışında var olanlar, aşağıdaki bireysel-amatör mushaflar ve bunların da hukuken meşruiyetleri yok. Bunlar da hareke [yani bizdeki sesli harf] olmadığından pek çok okumaya elverişli. Buradaki farklılık ayet değil, lehçe farklılığı.

1-“Osman, Hafsa'ya haber gönderip: — Bize Kur'ân'ın yazılı olduğu sahîfeleri gönder de, biz sûreleri Mushaflara nakledelim, sonra da o sahîfeleri tekrar sana iade ede­lim, dedi.”
Osman mushafı istiyor ve diyor ki Hafsa’ya: Elindeki nüshayı ver, fotokopi yaptırıp geri verelim.
(a) Fotokopi yaptıralım
(b)    Geri verelim
2-Fotokopi yaptıracakları Mushaf kimin: Hz. Hafsa’nın. Yani Zeyd b. Sabit’in derlediği Mushaf. Hz. Osman onu kendi komisyonuna da seçiyor. Ne için? Fotokopi için. Yani daha önce kendi eliyle derlediği nüshayı fotokopi için yeniden komisyona seçiliyor.
(c)  Zeyd, kendi derlediği mushafı fotokopi için Hz. Osman’ın komisyonuna seçiliyor.
(d)    Onlar da (yani üyeler de) bu asıl nüshadaki sûreleri Mushaflara is­tinsah edip naklettiler.
3-“Osman bu istinsah işinin başında, Zeyd'in Medîneli olması yüzünden Kureyşli olan üç kişiye hitaben: — Sizler Zeyd b. Sabit ile Kur'ân'dan [lehçe yönünden] herhangi bir şeyde ihtilâf ettiğiniz zaman, Kur'ân'ı Kureyş lehçesi ile yazınız. Çünkü Kur'ân, Kureyş lehçesi ile nazil olmuştur, demişti.”
İşte burası en ciddi okunacak olan ifade. Niye:
Amaç, lehçe problemini ortadan kaldırıcı tedbir mi? Evet, aynı kitaptan birkaç fotokopi yaptırarak göndermek. Asıl nüsha nerede: Hafsa nüshası. Onu kim derledi? Zeyd b. Sabit. Kim derletti? İki Kureyşli: Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer. Demek ilk Mushaf bir Kureyş mushafı. Ve bu Mushaf baz alınarak yeniden çoğaltılıyor. Ama YAZIMDA değil, –ki bu yazım noktasız ve harekesiz- okuyuşta lehçe olarak bir sorun çıkarsa, Medineli Zeyd’in lehçesine göre değil, Kureyş lehçesine göre okuyun demektir.  
Zeyd’in yaptığı şey, yazılı ve ezber ifadelerin karşılaştırılmasını yapmak, ortaya çıkan yazılı ve zihinsel mutabakatı yazıya geçirmektir. Zeyd anlamla ve okumakla değil, yazıya geçirmekle mükellefti. O dönemde ezber, yazıdan daha avantajlı. Çünkü yazıda ne hareke ne de nokta var; dolayısıyla sonradan lehçe hataları ortaya çıkıyor. Okuyunca her şey net olarak anlaşılıyor, hepsi var. Ama buna karşın okumada da bazı harflerin, örneğin ‘ta’ harfinin ‘açık’ mı yoksa ‘kapalı’ mı olacağı şeklindeki yazınsal problemi oluşuyor. Dolayısıyla hem yazı hem de okuma/ezber var. Okuma hatalarını yazma; yazma hatalarını da okuma ortaya çıkarıyor. ‘Eldeki’ ve ‘zihindekiler’ örtüşünce, sorun ortadan kalkıyor.
4-“sahîfeleri Mushaflara istinsah edip naklettikleri zaman, Osman asıl sahîfeleri tekrar Hafsa'ya iade etti. Hey'et üyelerinin istinsah ettikleri Mushaflar'dan birer Mushaf'ı da her tarafa gönderdi. Bu gönderdiği (resmî) Mushaflar'ın dışında kalan ve içinde Kur'ân’ın yazılı olduğu her sahîfenin yahud mushafın da yakılmasını emretti.”
NEYDİ Hz. OSMAN’IN YAKTIRDIKLARI?
Şahsi Mushaflardır. [Örneğin öğrenciler yazdığımız kitapları okurken, anlayamadıkları yerleri gelip sorarlar ve anlayamadıkları cümlenin altına üstüne kendilerine göre notlar alırlar. Şahsi Mushaflar da böyle]. Bunlar bireysel not aldıkları bir ajanda gibidir. Bunların sure tertipleri farklıdır, üzerlerine şahsi tefsir ve şerhler ilave etmişlerdir:
1-İbn Mes’ud’un mushafı: Yüzoniki ya da yüz onüç suredir.
2-Ubey b. Ka‘b mushafı:
Jeffery hepsi de sahabeye ait, biri Hafsa’ya ait toplam 15 mushaf bildirir:
İbn Mes’ud, Ubey b. Ka‘b, Ali b. Ebi Talib; Abdullah b. Abbas; Ebü Musa el-Eş’ari; Enes b. Malik; Hz. Ömer; Zeyd b. Sabit; Abdullah b. Zübeyr; Abdullah b. Amr; Hz Aişe; Salim Mevla Ebi Huzyfe; Ümmü seleme ve Ubeyd b. Umeyr el-Leysi. (Jeffery, Materials for the History of the Text of the Qur’ān, Leiden 1937, s.19). Ebi Davud’un Kitabu’l-Mesahif’inde (s.50-92) pek çok isim daha sayılır.
Bunlar Hz. Ebu-Bekr - Hz. Ömer - Hz. Hafsa – Hz. Osman kanalıyla gelen resmi mushaftan başka Mushaflardır.
Hz. Osman’ın yaktırdığı Mushaflar hakkında Hz. Ali’nin ifadeleri kayda değerdir:
Hz. Ali: “Eğer Osman zamanında onun makamında ben olsaydım, Mushaflara yaptığının aynısını ben de yapardım.” (Ebü Ubeyd, Fedailu’l-Kur’an, 284-285, Beyhaki, es-Sünenu’l-Kubra, II/42; el-Kurtubi, el-Cami‘ li Ahkami’l-Kur’an, I/54)
Hz. Ali: “Ey insanlar, Allah’tan korkun ve Osman hakkında aşırı gitmekten ve Mushafları yakan kişi demekten kaçının. Allah’a yemin olsun ki, o bu işi Muhammed ashabından belirli bir grubun [yani icma] görüşüne dayanarak yapmıştır” (Ebü Ubeyd, Fedailu’l-Kur’an, 284-285, Beyhaki, es-Sünenu’l-Kubra, II/42; el-Kurtubi, el-Cami‘ li Ahkami’l-Kur’an, I/54)
Hz. Ali: “Osman hakkında [Mushaf yakma konusunda] sadece hayırla konuşun. Allah’a yemin ederim ki, o yaptıklarını biz sahabeden bir topluluğun huzurunda yaptı. Biz bu konudaki görüşünü sorunca, ‘ihtilaf ve ayrılık olmaması için insanların bir Mushaf etrafında toplanmalarının daha doğru olduğunu düşünüyorum” dedi. Biz de ‘ne güzel düşünüyorsun’ dedik” (İbn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesahif, s. 22; Suyuti, el-İtkan, I/170; İzzet Derveze, el-Kur’anu’l-Mecid, s.58).
Abdurrahman b. Mehdi (ö. h.198/m.815) de Hz Osman’ın Mushafları yaktırdığında insanların orada toplandıklarını, hepsinin bunu takdir ettiklerini ve oradakilerden takdir etmeyen kimse çıkmadığını söyler. (Ebu Ubeyd, Fedailu’l-Kur’an, s. 284; İbn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesahif, s. 12; el-Hindi, Kenzu’l-Ummal, II/581).
Buna karşın İbn Mes’ud karşı çıkmış ve şöyle demiştir:
“Ben mushafıma sıkı sıkıya sarılacağım. Güç yetirenleriniz de öyle yapsın. Çünkü Allah şöyle buyurmaktadır: Kim bir şeye sarılırsa, sarıldığı o şey ile kıyamette karşı karşıya gelecektir.” (İbn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesahif, s.15)
5-“(Medine'li) olan Zeyd ile Kuran'dan herhangi bir kesimde ters düştüğünüz zaman, tartışma konusu olan parçayı Kureyş dili ile yazın. Çünkü Kuran sadece Kureyş dili ile inmiştir.”
Doğrusu şu:
“Enes ibn Mâlik haber verip şöyle dedi: Osman, [1] Zeyd b. Sābit, [2] Sa‘îd ibnu'1-Âs, [3] Abdullah ibn Zubeyr ve [4] Abdurrahmân ibnu'l-Hâris ibn Hişâm'a sûreleri mushaflara nakletmelerini emretti ve o istinsah hey'etindeki son üç kişiye hitaben:
—Sizler ve Zeyd b. Sabit ile [kendi aranızda] Kur'ân'ın Arapça lehçelerinden (luğāt) her­hangi birinde ihtilâf ettiğiniz zaman, o lügati Kureyş lehçesiyle yazınız. Çünkü Kur'ân, Kureyş kabilesinin dili ile indirildi” dedi. Onlar da böyle yaptılar”
Ne demek bu:
Kureyşli olanlar okusun, Zeyd yazsın. Eğer aranızda okuma yazma mutabakatında lehçesel bir problem çıkarsa, ola ki böyle bir sorun çıkarsa, Kureyşli olanların okuyuşu dikkate alınarak yazılsın. Buradaki sorun bütünüyle lehçesel bir sorun. Lehçe sorununda da problem olabilecek tek şey: Açık ‘ta’ ve kapalı ‘ta’ ya da uzatmalarda ‘ya’ mı yoksa ‘elif’ mi olacak vb. Okuyuşta ve anlaşılmada bir sorun yok. Yazarken kabilelerin bir kısmı açık ta ile bir kısmı da kapalı ta ile yazıyor. Konuşurken ve okurken hepsi ‘ta’ olarak söylüyor. Örneğin ‘lafzatu’ ile ‘vefatu’nun sonu okunuşta aynı ‘ta’. Ama birincide kapalı ta, ikincisi açık ta. Sorun bu türden.
İTİRAZ:
Onlar da bu buyruğu yerine getirdiler. Sonunda (esas) sayfalardan Kuran nüshaları oluşturup işi bitince, Osman, söz konusu sayfaları (Hafsa'dan getirilenler) geri gönderdi. Alınan nüshaların da her bir kesime gönderilmesini buyurdu. Ve bunların dışında kalan her bir Kuran sayfasını ya da Mushafı buyurup yaktırdı.(Bkz. Buhari, e's- Sahih, Kitabu Fedaili'l-Kuran/3.)
EL-CEVAP:
Buradaki yakılan Mushaflar ne? Toplamda bir derleme ve 4-7 arası da nüsha vardı. Derleme olan ilk Mushaf Hafsa’ya geri verildi. 3-6 arası nüsha illere gönderildi. Biri de, yani imam nüsha da Medine’de kaldı. Yakılan ne? Soruyorum? Yakılanlar şunlar:
1-Eldeki kemik, deri vs.nin bir kısmı. Çünkü Tayyar Altıkulaç Arabistanda çıkarılan ayetli kemik parçalarından haber veriyor. Bunlar uzun süre hatıra olarak saklanmıştır.
2-Gayr-ı resmi Mushaflar. Bunlar Hafsa’daki ilk resmi Mushaf komisyonca oluşturulurken, bazı kişilerin kendi başlarına kendi amatörce oluşturdukları Mushaflardı. Sayısı onlarca vardı. Bir kısmı yakıldı, bir kısmı da yine hatıra olarak kaldı. (Az önce geçti).
İTİRAZ:
Buhari'nin kendisine anlatılan çabalardan ve "Kureyşli olanlarla olmayanlar arasında" belirecek anlaşmazlığın çözüm biçiminden anlaşıldığına göre, Kuran nüshalarını ortaya çıkarırken, Hafsa'daki Mushaf'tan aynen kopya etmek söz konusu değildi. "Aynen kopya edildiği" ileri sürülürken, neden kopya edildiğine de "ağız (şive) farklarından dolayı" diye gerekçe gösterilir. Ancak şu soru ister istemez sorula gelmektedir: Ebubekir döneminde hazırlanan ve Hafsa'dan alıp getirilen "Mushaf" ile Osman döneminde meydana getirilen "nüshalar, mushaflar" arasındaki fark neydi? Yeni çalışma ile gerçekleştirilen nedir?
ELCEVAP:
Yeni bir çalışma yok. Metni zorlamaya da gerek yok. Metin açık.

Kuran nüshalarını ortaya çıkarırken, Hafsa'daki Mushaf'tan aynen kopya etmek söz konusu değildi.” Bu gülünç bir gerekçe. Hz. Hafsa Hz. Ömerin kızı, Mekkeli. Hz. Osman, başka kabile kolundan, doğma büyüme Mekkeli. Her ikisinin de lehçesi Kureyş Lehçesi. Aynen olduğu gibi birebir kopya edildi ve kopyadan sonra birebir karşılaştırıldı. Yukarıda metin açık: Daha elde yalnızca bir nüsha (Hz. Hafsa nüshası) varken, değişik bölgelerdeki insanlar bu nüshayı göremedikleri için, gayr-i resmi mushaflardan farklı lehçelerde okumaya başlamışlar, bu da o yörelerde anlam kaymalarına neden olmuştur. Şikayete gelenler, bunu dile getirince, Hz. Osman da “yazımını Hz. Hafsa mushafındaki gibi yazın, okunuşunu da yaparken Kureyşi dikkate alın” demiş; yazıyı değiştirin dememiştir. Değişen bir şey yok. Yalnızca şikayette ibraz edilen lehçe değişimleriyle ortaya çıkabilecek okuma yanlışlıkları için ihtiyat var: “Tartışma konusu olan parçayı” ifadesi de “lehçesel olarak Medine ile Mekke arasında bir sorun çıkarsa” demektir. Şimdi metni bir daha okuyalım:

(Medine'li) Zeyd ile Kuran'dan herhangi bir kesimde ters düştüğünüz zaman, tartışma konusu olan parçayı Kureyş lehçesi ile yazın. [Ama zaten daha hareke yok. Hareke ve harf noktaları olmayınca, yazıda lehçesel bir düzeltme söz konusu mümkün olmayacaktır. Burada yalnızca bir tek sorun ortaya çıkabilir, o da açık veya kapalı ‘ta’ harfi ya da uzatma harfleridir. Okuyuşta hiçbir anlam kaybı olmaz. Ama bunlar yazıda birbirine karışırsa, belki anlam değişebilir. İşte Hz. Osman’ın uyarısı da buna raci olabilir. Yine diyorum okuyuşta anlam değişmez.] Çünkü Kuran [Arapça’nın diğer lehçelerine göre değil de] sadece Kureyş lehçesi ile inmiştir."
İTİRAZ:
Yukarıda anlamı sunulan hadiste bu açıklanmamakta. Ancak, hadisin devamı niteliğindeki bir açıklamada, yapılan işin sadece "bir temel nüshadan alınıp, başka mushaflara aktarma" olmadığını anlatır niteliktedir.
EL-CEVAP:
Hayır, hiç katılmıyorum. Nedenini açıkladım.
İTİRAZ:
Dörtlü kurulda yer alan Zeyd Ibn Sabit, şöyle diyor: "Mushaf oluşturma işini yaparken, Ahzab Suresinin içinden bir ayet yitirdim ('fakattu'). Ki, Peygamberin onu Kuran'dan bir parça olarak okuduğunu işitip tanık olmuştum. Aradık bu ayeti. Ve Sabit oğlu Huzeyme el Ensari'de bulduk (Ahzab suresine 23.ayet) ekledik o mushafta." (ıtkan, Mısır, 1978, C1, s.79.)

El-CEVAP
‘Fekade’ sözcüğü hem maddi bir şeyi hem de soyut bir şeyi kaybetmeye işaret eder. Ama bu ifade, kaybedenin, bu kaybolan şeyin idrakinde olduğunu belirtir. Eğer bütünüyle unutmuş olsa, zaten unuttuğunun idrakinde olmazdı. Unutma ise ‘nesiye’ fiili ile ifade edilir. Şimdi Zeyd ‘fekattu’ yani kaybettim diyor. 1-Burada zihnen kaybetse, unuttum derdi. Unuttuğundan da haberi olmazdı. Demek ki ayeti bir şekilde hatırlıyor olmalıdır. Değilse neyi aradığını nereden bilecekti? Bulduğunda da onun o olduğunu nereden bilecekti. Demek ki burada somut bir kayıp malzeme var. Çünkü neyin kaybolduğunu görünce anlamıştır. 2-Elinde, üzerinde ayet olan somut malzemeyi kaybettiyse, bunda zaten sorun yok.
Araştırdım, doğrusu şuymuş:
İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Zeyd b. Sâbit'in oğlu Harîce haber verdi: O, babası Zeyd b. Sâbit'ten şöyle dediğini işitmiştir: Mushaf'ı istinsah ettiğimiz sırada ben el-Ahzâb Sûresi'nden bir âyeti kaybettim. Hâlbuki ben Rasûlullah'ın o âyeti okumakta olduğunu işitir durur­dum. (Böyle iken ben o âyeti yazılı olarak bulamamıştım.) O âyeti şiddetle araştırdık. Nihayet onu Huzeyme b. Sabit el-Ensârî’nin yanında [zihninde değil] bulduk. En sonu onu da (hey'etin kararıyla) Mus­haf'taki kendi suresine kattık. O âyet şudur:
"Mü 'minlerin içinde Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler var. İşte onlardan kimi adadığını ödedi, kimi de (bunu) bek­liyor. Onlar hiçbir suretle (ahdlerini) değiştirmediler" (el-Ahzâb. 21)”
O halde burada bir sorun yok.
İTİRAZ:
Birinci derlemenin yakılmasındaki amaç: Ölümüne değin sandığında saklayan ve alınıp yakılmasını önleyen Hafsa idi. Bu koruyucu ölünce, Kuran'ın Tanrısı "Kuşkusuz Zikr'ı (Kuran'ı) biz indirdik; kuşkusuz koruyucuları da yine biziz" (Hicr, ayet:9) dese de koruyucusu kalmamıştı.

EL-CEVAP:
Şu şekildeki bir gerekçe makul görünmüyor: “Tek nüsha Mushaf vardı, bu mushafı da Hz. Hafsa 80 yaşında büyük bir dirençle koruyordu. Ölünce Tanrı’nın eli kolu kırıldı.” Hayır, böyle olmamalı. “İnna nahnü nezzelna ez-zikra ve inna lehu lehāfizun” ayetinin tek anlamı bugünkü anlamı değildir; Mushafların toplandığı dönemde, daha ağırlıklı olarak başka bir anlama geliyordu. Yalnız daha sonra Şia’dan belirli aşırı gurupların Kur’an’ın tamamının yalnızca ‘İmam’larda olduğu söylemine karşıt bir delil olarak kullanılmış ve ayet yalnızca ve yalnızca: ‘Kur’an’ı biz indirdik, onun koruyucusu da biziz’e dönüşmüştür. Ayetin anlamı, tarih geriye doğru işletilerek aslında böyle bir hal almıştır ve hu zamiri bütün bu anlamlara mahal vereceği için Arapça bakımından hiç de sorun yoktur. Bu ayete, özellikle gelenekte oluşan mutlak anlamı dikkate alarak Turan Dursun’un verdiği ‘koruma’ anlamı, ‘biz indirdik, koruyucusu da biziz’e atfendir. Ama bu ayetin ilk tefsircilere göre yalnızca ve tek anlamı bu değil. Ferrā[3] (m. 144-207), Me‘ānī’l-Kur’ān’da (Beyrut 2004, 2/85) bu ayetin iniş gerekçesinde Hz. Muhammed’e karşı ‘sen yalancısın, bu ayetler de ilahi değil, senin gibi bir yalancıya göstereceğiz’ diye gelen tehditlere yanıt olduğunu; dolayısıyla ayetin “Bu ifadeleri/sözleri biz indirdik, o (Muhammed’in) koruyucusu da biziz.” olduğunu söyler. (Bu tefsirini hem İbnu’l-Enbārī hem de Rāzī doğru bulur. bkz: Mefātihu’l-Ğayb, Beyrut 2004, 19/27). Dolayısıyla bu ayet sözkonusu Mushaf oluşturma gayretleri sırasında çok fazla dikkate alınmamış ve söylenmemişken daha sonra herkes kendi tarihini oluştururken özellikle Şia karşıtları için bir kilometre taşı olmuştur.
Bûtî diyor ki: “Hz Ebu Bekr, düzenlenen bu mushafı hilafet makamınca koruma (hafaza) altına altı.” Mervan’ın kastettiği koruma da budur. (Buti, Min Ravaihi’l-Kur’an, s. 43)
Dolayısıyla buradaki ‘koruma’ Tanrısal değil, resmi olarak hilafet korumasına alınan demek iken; Turan Dursun’un ‘koruma’yı Tanrı’ya havale ederek denemeye çalıştığı komiklik, gerisin geriye kendisine dönüyor.
İTİRAZ:
Mervan Ibn Hakem, "sandıktan" aldırtıp getirmiş ve yaktırmıştı. Mervan'ın bu ilk derlemeyi yaktırmasındaki gerekçesini, kendisi şöyle açıklıyor:
"Bunu yaptım, çünkü, Onda yazılı olanlar, resmi (imam) Mushaf'a yazılıp geçirilmiş ve korunmuştur. Korktum ki aradan uzun zaman geçtiğinde kuşkucu kimseler bu (resmi) Mushaf hakkında kuşkuya düşerler." (Bkz. Dr. Subhi e's_Salih, Mebahis fi Ulumi'l-Kuran, s.83. Dayandığı kaynak: Ibn Ebi Davud, Kitabu'l-Mesahif, s.24.)
EL-CEVAP:
Salim b. Abdullah b. Ömer şöyle der: “Mervān b. Hakem, Muaviye zamanında Medine valisi olduğu dönemde, Hz. Hafsa’dan Kur’an’ın yazıldığı sahifeleri istedi. Ancak Hz. Hafsa yanındaki sahifeleri vermeyi reddetti. Salim der ki: Hafsa vefat ettiğinde [Ebu Ma’şer’e göre: 41/662; başkalarına göre 45/666 yılı] biz onu defnedip döndüğümüzde, Mervan, Hz. Hafsa’nın kardeşi Abdullah b. Ömer’den, Hz. Hafsa’nın yanındaki sayfaların kendisine gönderilmesini emretti. Abdullah b. Ömer de bu sayfaları gönderdi. Mervan bunların imha edilmesini istedi. Ve bu sayfalar yırtılıp yok edildi.” (Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, Beyrut 1967, VII/156; –Ebu Davud’a göre yakıldı. (Kitabu’l-Mesahif, s. 9-10, 21).
İTİRAZ:
Oysa asıl kuşkulara yol açan, esas alınmış olduğu belirtilen ilk derlemenin yakılması olmuştur. Çünkü ilk derleme ile, sonraki (Osman döneminde oluşturulan ve imam adı verilen) "Mushaf" arasında fark olmasa idi, ilkini yakma yoluna gidilir miydi? İlk derlemede bulunmayan eklemeler ya da Kuran'dan çıkarmalar yapılmamış olsaydı, neden korkulmuştu?

EL-CEVAP:
Turan Dursun’u tebrik etmek gerekir ki, geriye doğru yazılan güzel bir senaryo. Ama çok dar açıdan ve belli bir idolocya doğrultusunda yapılmış bir senaryo.
Burada çok aşırı bir zorlama var. Oysa metnin literal anlamı ortada. Şimdi bu metnin son bölümündeki “Korktum ki aradan uzun zaman geçtiğinde kuşkucu kimseler bu (resmi) Mushaf hakkında kuşkuya düşerler”i haber olarak alıyorsak, ilk baştaki bölüm olan “Onda yazılı olanlar, resmi (imam) Mushaf'a yazılıp geçirilmiş ve korunmuştur”u da doğru kabul etmemiz gerekir. Sonuç: Mushaf değişmeden aktarılmış. Ardından gelen ifadedeki “korku”, yine Turan Bey’in kendi tarih kugulaması/yapmasında zorlama yorumu var. Oysa durum şu:
Demek ki İlk Mushaf sapasağlam bir şekilde İmam nüshasında [ve diğer 3-6 nüshada] yazıya geçirilmiş ve [halife tarafından başkent Medine’de] koruma altına alınmıştır. [Buradaki koruma, kesinlikle ilahi bir koruma olmayıp, resmi makamlarca koruma altına alınmasıdır] Metnin geri kalan kısmı da şöyle: Burada Mervan’ın dile getirdiği kuşku, Mushaf’ın içerdiği bilgi değil, Mushaf’ın tarihi ile ilgilidir. Mervan’ın dediği şu: Şu anda bu Mushaf’ın ne olduğunu, kimin olduğunu, nasıl hazırlandığını, nasıl çoğaltıldığını ve nasıl koruma altına alındığını biliyoruz. [Bize yüz nüsha getirsinler, yüz tanesi arasından bu nüshayı tanırız.] Ama çok uzun zaman geçer ve saydğımız bilgiler unutulur, bu Mushaf başka Mushaflarla karışabilir ve “bir zamanlar Zeyd bir Mushaf derlemişmiş, ama acaba o derlediği Mushaf bu mu yoksa şu mu” diye şüpheye düşerler, fitne çıkar, birileri çıkıp da elindeki bozuk bir nüsha için “hayır, İlk Mushaf o değil, benim elimdeki” der, dolayısıyla doğru ile yanlış birbirine girer ve ümmet şaşırır.
Şimdi bir daha okuyalım:
Bunu yaptım, çünkü, Onda yazılı olanlar, resmi (imam) Mushaf'a yazılıp geçirilmiş ve korunmuştur. Korktum ki aradan uzun zaman geçtiğinde kuşkucu kimseler bu (resmi) Mushaf hakkında kuşkuya düşerler.

Devam edelim:
İTİRAZ:
Muhammed Döneminin Kuran'ı ile Bugünkü Kuran Aynı Değil: Burada çok önemli bir tanıklığa başvuralım: Ibn Ömer diyor ki:

"Hiçbiriniz, Kuran'ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum)demesin. Bilemez ki, Kuran’ın çoğu yok olup gitmiştir. 'Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum' desin yalnızca." (Bkz.Suyuti, el ıtkan, 2/32.)

EL-CEVAP:
Bu haber tam olarak şu şekilde:
“Kāle Ebū ‘Ubeyd: Haddesena İsmā‘īl bin İbrāhīm an Eyyûb an Nāfī‘ın an ibn ‘Umer kāle: Lā yekūlenne ehadükum: ‘Kad ehaztu el-Kur’āne küllehū’, ve mā yudrīke me külluhū? Kad zehebe minhu Kur’ānun kesīrun velākin liyekul: ‘Kad ehaztu minhu mā zahera’” (Celāleddīn es-Suyūti, el-İtkān fī ‘Ulūmi’l-Kur’ān, Medīne 1426(h.), c. II, s. 1455.)
Çeviri:
Ebū ‘Ubeyd [Kāsım b. Sellām] dedi ki: İsmā‘īl b. İbrāhīm – Eyyûb  – Nāfī‘ silsilesinden gelen habere göre [Hz. Ömer’in oğlu, Abdullah] b. Ömer şöyle demiştir: “Biriniz kalkıp da ‘Kur’an’ın [ezberde ya da materyal olarak] tamamını edindim/aldım/elde ettim/bendedir’ demeye kalkmasın. [Bunu diyen kişi] o [Kur’an’ın] tamamının ne olduğunu [ne kadar olduğunu] nereden biliyor ki? [Oysa] o [toplamdan] kesinlikle birçok pasaj/ayet gitmiştir. Tersine ‘Edindiğim/elde ettiğim/bendeki, [işte şu herkesin bildiği] ortada [elde avuçta] kalandır’ desin.”
Bu haberin bu bağlamla hiçbir ilişkisi yok. (Bir Truan Dursun konteksi). Size daha önce, ilk girişte ifade etmiştim. Allah, günübirlik sorunlara ve bir takım geçici olaylara da çözümler sunmuş ama uygulama teori ve pratiği ortadan kalkınca Rasülüllah (Allah’ın izni ile) bunu artık kullanmamıştır. Rasüllüllah vefat ederken, bir bütün olarak, kalan asıl Kur’an biliniyordu. İşte bu olaya nasih-mensuh denir. Nasih: Eski bir hükmü nesheden/kaldıran ayet. Mensuh: Hükmü lafzen ve uygulama olarak kalkan ayet. Bunlar tefsir usülü ile ilgili konular. Tarihte (gerçekten öyle bir olay var mı bilmiyorum) bu tartışmalar var ve bu söz de buna raci. Şimdi geri dönelim. Burada da öyle bir tartışma var. Peygamber vefat edip Mushaf oluşurulduktan sonra insanlar çıkıp diyorlar ki, ben eskiden şöyle bir ayet biliyordum ne olacak? Şehir dışından biri geliyor, böyle bir ayetle Peygamber zamanında iş görmüş ve gitmiş, Mushaf oluşturulduktan sonra yine gelmiş, diyor ki: Şöyle bir ayeti niye Kur’an’a koymadınız? Ama peygamber o ayeti bir daha hiç kullanmamış ve yazdırmış, yazdırsa da çıkarmış. Bazıları da kendi özel koleksiyonunda korudukları özel Mushaflarında bunları tutuyorlar ve asıl mushafın kendilerininki olduğunu söylüyorlar. (Şia bu gruptan biliyorsunuz)
(Abdullah) İbn Ömer, Hz Ömer’in oğlu. Hz Ömer kim? Cem işinde görevli, hafız kimse ve Hz. Hafsa’nın babası. İslam tarihinde Hz. Ömer ile oğlu Abdullah’ın birbirine karşı sevgi ve hurmetleri pek çok anlatılır. Dolayısıyla Abdullah b. Ömer’in aşağıdaki sözleri, Hz. Hafsa ve Hz. Osman üzerinden gelen resmi Kur’an ile diğer bireysel Mushafları ayırarak, resmi mushafın geçerliğini hedefleyen bir konuşmadır. Bu sözü de kesinlikle Hz. Peygamber’in vefatından sonra, muhtemelen babasının vefatından sonra ve Hz. Osman’ın hilafeti sırasında söylemiş olmalıdır. İbn Ömer’in bu sözü de yukarıda Mervan’ın sözüne benzer bir söz:
“Sakın ola biriniz çıkıp Kur’anın tamamı (yalnızca bendedir) demesin. Bu düpedüz saçmalıktır. Niye? Bu iddia sahibi [bu sözüyle imam mushafını da kabul etmediğine göre] mushafın tamamının ne olduğunu ve ne kadar olduğunu nasıl kanıtlayacak? Kanıtlayamayacağı şeyi ne diye ortaya atıyor? [Demek kendisine sorulacak olan Peygamber de vefat etmiş] Daha önceki gündelik/özel/şahsi uygulamalar için pek çok ayet gelmişti, tamam ama, onların hükmü kalktı ve Rasülün (dolayısıyla Allah’ın) bilgisi dahilinde de bu gelip geçici ayetler lafzen o ileri sürülen yekunden çıkarıldı, ayıklandı, temizlendi. O halde hiç kimse başkatürlü bir işe girmesin, bu elimizde avucumuzda kalan ortak nüshaya, [Hafsa veya imam nüshasına] sahip çıksın.”
İTİRAZ:
Bu tanıklık, bugün elimizdeki Kuran'la, Muhammed'in "vahiy katipleri"ne yazdırdığı bildirilen Kuran'ın aynı olmadığını çok açık biçimde anlatmıyor mu?

EL-CEVAP:
Alenen ve çok sarih bir şekilde ortaya koyduğuma göre, anlatmıyor. Çünkü buradaki farklılık, [1] peygamberin (nesh olanları temizleyip) Zeyd gibi katiplere yazdırdığı ve bu yazılardan pek çok kişinin zihinsel ve yazılı/görsel olarak mutabakatla oluşturdukları ana metin ile [2] bu mutabakatı sağlamamış, daha önceden gelişigüzel ezberlediği ayet ya da kişisel olarak yazdıkları bireysel Mushaflar arasındadır. Yine yukarıdaki sözün bağlamındaki farklılık şudur: Bu söz, Zeyd’in cem’i esnasında, İbn Ömer’in babasının da içince bulunduğu komisyonun ortaya koyduğu mushafın eksikler barındırdığını değil, bireysel olarak ezberledikleri (ama peygamber zamanında, peygamberin temizlemesiyle ortadan kaldırılan) ayetleri ve bu ayetlerin ya da kişisel tefsir ve şerhlerin girdiği bireysel Mushafları ayırt etmek için söylenmiştir:
Bütün bu hakikatler çerçevesinde İbn Ömer’in sözünün şerhi de şudur:
Her kim daha önceden ezberlediği ve kontrol etmediği ayetleri ya da yalnızca kendi yazımına ve hafızasına göre oluşturduğu şahsi Mushafları dikkate alarak –ya da kadafan atarak- gerçek mushafın elindeki olduğunu veya şu an mevcut olmadığını söylemesin. Kendisininkinin ya da hayalindeki mushafın gerçek mushaf olduğunu nereden kanıtlayacak? Elbette Peygamber zamanında pek çok ayet geldi, hükümleri bitti ve peygamber onları (bütün yaşamı boyunca gelen) toplamdan çıkarıp attı. O halde bize düşen, Peygamber-EbuBekr/Ömer-Zeyd-Hafsa üzerinden gelen ve icma ile oluşturularak elimizde ve zihnimizde kalan Kur’an’ı kabul etmektir.
Dolayısıyla bu söz buradaka kanıt olarak kullanılamaz.
İTİRAZ:
Kaldı ki, Ibn Ömer, Osman dönemindeki derlemeden sonra bu sözü söylemiştir. Yani, Osman döneminde oluşturulan "Mushaf"ın da orijinali yok. O el yazması, Dünyanın hiç bir yerinde bulunmuyor...

EL-CEVAP:
Hz. OSMAN NÜSHALARI
Zerkani: 4 nüshadır: Mekke, Bahreyn ve Yemen’e gönderildi. (Menahilu’l-İrfan, I/402); dördüncü nüsha da Küfe’ye girmiştir. (İbn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesahif, 34; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, X, 25)
El-Hindî: 4 nüshadır: Küfe, Basra, Şam ve Hicaz. (Kenzu’l-Ummal, II/581)
Aynî ve İbn Hacer: 5 nüshadır: En meşhuru budur. Bunlar Şam, Basra ve Küfe’ye gönderilmiştir. Medine’de iki tane kalmış, biri halkın görmesi için açılmış, diğeri de korumaya alınmıştır. (Ayni, ‘Umdetu’l-Kari, XX/18; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, X/24; Semhüdi, Vefāu’l-Vefā, Beyrut 1971, II/670) Şia’dan Tabatabi’ye göre Medine’de iki değil bir tanedir, diğeri Mekke’ye gönderilmiştir. (Zerkani’den naklen, Menahilu’l-İrfan, I/401-402).
İbn Aşûr: 6 nüshadır. İkisi Medine’de, diğerleri Mekke, Şam, Basra ve Küfe’ye gönderilmiştir. (Zerkani’den naklen, Menahil, I/402).
Ebu Hatim es-Sicistani: 7 nüshadır. Biri Medine’de kalmak üzere, Mekke, Şam, Bahreyn, Yemen, Basra ve Küfe’ye gönderilmiştir. (İbn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesahif, 34; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, X/25; Salih, Mebahis, s. 84) 
Zerkani, sekiz diyenlerin de olduğunu belirtir.
Yakubi: 9 nüshadır. Küfe, Basra, Medine, Mekke, Mısır, Şam, Bahreyn, Yemen, el-Cezire (Tarih, II/170)
ÇOĞALTILAN MUSHAFLARIN AKIBETİ
İbn Battûta: Basra’da görmüş. (Rihletu İbn Battûta Tuhfetu’n-Nuzzār, Beyrut 1992, s.106)
İbnu’l-Cezerî: Şam ve Mısır’da görmüş. (Zerkani’den naklen, Menāhilu’l-‘İrfān, I/403)
a-Şam Mushafı:
Endülüslü seyyah İbn Cübeyr m.1258 yılında Osman mushafını Dimaşk Büyük Cami‘i’nde görmüştür. (İbn Cübeyr, Rıhlet-u İbn Cübeyr, Beyrut 1964, s.198) Yine ünlü tarihçi ve müfessir İbn Kesir (ö.1373) de ilgili mushafı görmüştür. 1124 tarihlerine doğru Taberiyye şehrinden Şam’a nakledildiğini söylemektedir. (İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an, s.26). İbn Battüta (ö.1363) bu mushafı Dımaşk Camiinde gördüğünü söyler. Mihrabın sağ-doğu köşesine doğru, yalnızca Cuma günleri açılan sandukanın içerisinde saklanırmış (Rıhle, s.106). Şibli Numani ise bu nüshanın II. Abdulhamid zamanında Şam Camiinde çıkan yangında yandığını söyler; Zencani ve Abdulvehhab Hamuda ise önce Petersburg sonra da İngiltere’ya nakledildiğini ve şu an orada bulunduğunu söyler. (Salih, Mebahis, s. 89; Keskioğlu, Kur’an Tarihi, s. 247-249)
b-Medine Mushafı:
Bu tarihi eser, I. Dünya Savaşı’na kadar Medine’de Ravza’da bulunuyordu. Musa Carullah 1930 yılında Rusya’dan kaçıp Arabistan’ı dolaştığında bu nüshayı gördüğünü ve üzerinde tahkik yaptığını belirtir. (Keskioğlu, Kur’an Tarihi, s. 247)
c-Mekke Mushafı:
İbn Cübeyr bu mushafı Kabe’de gördüğünü şöyle anlatır: “…Kabe’deki dolaptan Hz. Osman mushafı çıkarıldı. Bir kapağı makama bir kapağı da Kabe kapısına doğru açıldı …” (İbn Cübeyr, Rıhlet-u İbn Cübeyr, s. 138). İbn Battûta da bu mushafı Harem’de bir sanduka içerisinde gördüğünden; insanların kıtlık ve kuraklık zamanlarında bu mushafı çıkarıp onunla yakardıklarını bildirmektedir. Şibli Numani de bu mushafı h.735’te Mekke’de gördüğünü söyler. (Keskioğlu’ndan naklen, Kur’an Tarihi, s. 247-248).   
d-Küfe Mushafı:
Küfe’ye gönderilen bu Mushaf, Abbasiler zamanında Tarsus’a getirilmiş, sonra Suriyedeki Humus kalesine nakledilmiştir. Nablûsî (ö. h.1143//m.1730) yaptığı seyahatlerde bunu uzun uzadıya anlatır. Kevseri de bu nüshanın daha sonra İstanbul’a nakledildiğini söyler. (Kevseri, Makālāt, s. 12).
e-Basra Mushafı:
Hakkında pek çok bilgi vardır ama bu bilgiler sorunludur.
f-Kahire Mushafı:
İsmail Mahdum Kahire’deki mushafın Osman’a ait olduğunu söylemekle birlikte, bu bilgi de sorunludur.
Bütün bu bilgilere bakarak sağlam bir sonuca varmak zordur. Buna karşın Hz. Osman Mushaflarının fotokopi edilmesinden 7 yıl sonra, Sıffîn Savaşı’nda, Muaviye’nin ordusunda (tabi ki Muaviye’nin cem işinde görevli olduğuna dair haberleri akılda tutuarak) beşyüz Mushaf’ın olduğu bildirilmektedir. (Mes‘ûdi, Mürūcu’z-Zeheb, Mısır 1958, II/384-402). Çünkü o zaman sahifelerin bir kısmı mızrakların uzuna bağlanmıştı.
İTİRAZ:
Temel kaynaklarda sözü edilen, ama bugün bulunmayan "değişik mushaflar" da üzerinde durulmaya değer nitelikte. Suyuti'nin el ıtkan'ında, Buhari'nin eserlerinde bazı önemli mushaflardan ve bu mushafların içindeki surelerin listelerinden söz edilir. Örneğin, Muhammed'in en yakınlarından biri bilinen ve Peygamberin, Kuran için ezberine başvurulacak dört kişiden biri olarak belirttiği Ibn Mesud'un mushafı, yine Muhammed'in danışılması gereken dört kişiden biri olarak söz ettiği Übeyy Ibn Ka'b'ın mushafı, Abdullah Ibn Abbas'ın mushafı, Muhammed'in karılarından Aişe'nin mushafı, Ali'nin mushafı bunların başlıcaları. Ayrıca bugün Alevi'lerin, Ali'nin mushafı olarak söz ettikleri bir mushaf ve Hindistan'da saklanan ayrı bir mushaf daha var. Suyuti'nin ve Buhari'nin kitaplarında belirtilen mushaflardan hiçbiri günümüze gelememiş. Ancak bunların içerik listeleri yazılmıştır. Ayrıca bazı din kitaplarında, bunlarda bulunduğu söylenen ayet ve surelerden parçalar günümüze kadar gelmiştir. Eldeki resmi nüshadan içerik yönünden farklı oldukları bu listelere bakınca hemen anlaşılıyor. Örneğin, Ibn Mesud'un "Mushaf"ında Fatiha Suresi gibi çok temel bir sure yok. Felak ve Nas sureleri de..Ali'nin surelerinin sırası bugünküne uymuyor. Suyuti, kitabında, Bakara suresinin, Ahzab suresi ile aynı uzunlukta olduğunu aktarıyor. (Bkz. Suyuti, el ıtkan, 2/32.) Oysa bugün, eldeki resmi Kuran'da, Bakara 286 ayet iken, Ahzab yalnızca 73 ayettir.
EL-CEVAP:
Bunlar komisyon dışında amatörce hazırlanmış, bireysel Mushaflar. Kendi gayretleriyle bazen nüzul sırasına bazen de hiçbir usul gözetmeden tertip etmişlerdir. Dolayısıyla bir tek kişinin amatör gayretini umuma has kılacaksak, yani bireysel çabalarla oluşturulan Mushaf üzerinden komisyonda hazırlanan Zeyd Mushafını eleştireceksek, ne diyeyim yahu? Diyecek söz bulursam haber veririm.
İTİRAZ:
Üçüncü halife Hz. Osman döneminde bir heyet tarafından yeniden derlenip yazılan Kuran'ların kaç adet olduğu ve şu anda nerede bulundukları tartışmalıdır. Kimilerine göre dört, kimisine göre beş ya da yedi adet yazılmıştır. Dörttür diyenlere göre, Hz. Osman bir nüshasını kendisine alıkoymuş, diğerlerini Kufe'ye, Basra'ya ve Şam'a göndermiştir. Mekke'ye, Yemen'e ve Bahreyn'e gönderilenlerden de söz ediliyor. Kimi kitaplardaki bilgilere göre, bu nüshalardan kopya edilip çoğaltılmasına izin verilmiş, kimi kişiler kendileri için "mushaflar" meydana getirmişlerdir. Ancak, o zaman bu mushaflarda bulunduğu söylenen ve örnekler aktarılan bazı Kuran parçalarının resmi Kuran'da bulunmamasına ne demeli?
EL-CEVAP:
Zeyd’in kurduğu komisyon çalışırken ve o nüshayı meydana getirmeye çalışırken, bu farklı Mushafları da diğer insanlar (İbn Mes’ud, Hz. Ali vs) kendi amatör koleksiyonu için oluşturmaya çalışmışlardır. Onlar bu Mushafları kendi anlayabilecekleri tarz, stil ve kelimlerle yazmışlardır. Kendi olanakları ile yalnızca kendi anlama kapasitelerine göre yapmışlardır ve bu Mushafların asla ve kat’a ne Hafsa mushafı ne de imam mushafı ile bir ilişkisi yoktur. Bu konuda hiçbir sorun yoktur. Zaten ne Hz. Ali ne de İbn Mes’ud komisyona seçilmemiş, Ali komisyonu tebrik ederken, İbn Mes’ud pek fena sözler söylemiştir.
İTİRAZ:
Bazı İslam kaynaklarında, Osman döneminde çoğaltılan nüshaların bir kısmının bugün elde olduğu iddia edilir. Örneğin, bir kopyanın Taşkent'te olduğundan söz eden çok sayıda kitap vardır.

EL-CEVAP:
Taşkent’teki nüshanın mikrofilmini Dr. Tayyar Altıkulaç bize gösterdi, bunun kesinlikle ilk dönem olmadığını ama bunun yöre insanınca oldukça mukaddes olduğunu, bayramlarda kapağının öpüldüğünü, zamanında bu nüshanın başından pek çok macera geçtiğini, insanların bu nüshadan birer yaprak almak için neredeyse canını verdiğini ve pek çok yaprağının kayıp olduğunu söyledi. Hatta o yöredeki bir insanda bu yaprağın birini bulduğunu ve bu yaprağı insanların öpüp kokladığını söyledi.
İTİRAZ:
Yine bazı İslami Türk kaynaklarında Topkapı Müzesi'ndeki Kuran'ın da Osman zamanından kaldığı söylenir. Konunun araştırmacılarından Prof. Dr. Suphi e's-Salih Mebahis Fi Ulumi’l-Kuran (Beyrut 1979) isimli kitabında, "Peki, Osman döneminde hazırlanmış resmi nüsha şimdi nerededir?" sorusunu ortaya atar ve doyurucu cevap bulamadığını açıklar.

EL-CEVAP:
Subhi es-Salih, bir seyyah-araştırmacı-tarihçi değildir. Bir Tefsir usulcüsüdür. Elinde internet gibi bir imkan ve e-kitap gibi elden ele paylaşılan bir koleksiyona da sahip değildi. Onun yaptığı, kütüphanesindeki 3-5 esere bakmaktı ve bunlar da asla güncellenmiş eserler değildi. Bu nüshaların çok yakın zamanlara kadar bulunduğu kayıtlarda vardır. Ferra’nın (h.150) tefsirindeki yazılı kur’an metinleri ve daha önceki tefsirler işte bu nüshalardan ortaya çıkarılmıştır. Çünkü ilk dönemden itibaren ortaya konan tefsirlerin metinlerindeki yazılı Kur’anlar arasında hiçbir farklılık yoktur.
İTİRAZ:
Kahire Kütüphanesi'nde olduğu söylenen nüshanın, Osman döneminden kalmış olamayacağını belirtir. Çünkü bu kitapta bir takım işaret ve noktalar vardır, böyle işaret ve noktaların İslamiyet'in ilk yıllarında bulunmadığı belirtilmektedir. Müslümanların kutsal kitabının resmi nüshasının her yerde aynı olduğu doğrudur. Ancak, bugün İslam dünyasında bilinen ve elde bulunan Kuran, peygamberin "vahiy katiplerine yazdırdığı" söylenen Kuran'ın aynı değil. (Bunun kanıtı nedir?)

El-CEVAP
Ben de size soruyorum? Şimdi eğri oturup doğru konuşalım.
1-Haberlerini bize itiraz olarak gösterdiğiniz bu kaynakların birincil el yazması (yani yazarının el yazması) var mı?
2-Yok ise, bu kaynaklara inanma zorunluluğumuz var mı? Ya bu gösterdiğiniz haberler, ilgili eserlere, daha sonradan art niyetli kişilerce sokulduysa?
3-Şahsi Mushaflara hiç ulaşabildiniz mi? Hiç İbn Mes’ud’un kendi el yaması mushafını gördünüz mü? O Mushafların problemli olduğunu ve ilaveler içerdiğini nereden çıkardınız?
4-Aynı eserlerde, örneğin Kur’nın sözlü olarak peygambere indiği, Peygamberin her sene ezberlediklerini Cebraile sunduğu, son yıl iki kez sunduğu, bu son sunumda Zeyd’in de hazır olduğu, Zeyd’in bu sunumdan sonra Kur’an’ı artık tam olarak ezberlediği gibi haberleri niye kabul etmiyorsunuz?
Oysa size ben pek çok kaynak verdim ve vediğiniz haberlerin hangi bağlamda ele alınacağı konusunda da çeşitli tarihi gerekçelere dayanarak açıklamalar sundum. Dolayısıyla ehl-i sünnet tarafından oluşturlan ideolojik tarihçiğin de sorunlarının olduğunu, bu itirazların da daha ağırlıklı olarak ideolojik tarihçilerin bakış açısından geldiğini söyledim.
Kaynaklar, bunu ortaya koyuyor.
Hangi kaynak? 

İTİRAZ:
Kur'an'ın bir harfinin bile değişmediği" yalanı
Tevbe suresinin 114.ayetindeki "iyyahu" sözcüğünü, Hammad İbn Zeberkan, "ebahu" diye okurdu. Sad suresinin 2. ayetindeki "izzettin sözcüğünü de "ğırratin" okumaktaydı. Buradaki değişiklikler harf değişiklikleri. Birincisinde "ya""ba" ya, öbüründe de "ayın" harfi, "ğayın" harfine dönüşmüş. Haydi bu tür harf değişikliklerini önemsemeyelim.

EL-CEVAP:
LEHÇELER PROBLEMİ
Arapça lehçeleri ikiye ayrılır:
1-Kâhtanlılar: Aslında Yemenliler olup, asıl Araplardır. Genel olarak kuzeydeki Yemame, Necd, Hicaz, Şammar ve Suriye taraflarını içine alır.
2-Adnânlılar: Önceleri İbranice konuşmalarına karşın sonraları Araplaşmışlardır. Hicaz merkezli olup, Benū Temim, Benū Kays, Kinane ve Kureyş kabilesini içine alır.
Bütün bu kabileler/aşiretler, kendilerine göre bir şive veya lehçe oluşturmuşlardır. Kuzey bölgeler daha sonraları Müslüman olmuş ve lehçelerini düzeltmek mümkün olmamıştır.
Hz. Osman’ın sözü: “Çünkü Kur’an Kureyş lehçesine göre indirilmiştir
Bakıllani, Kur’anda yalnızca Kureyş lehçesi olmadığını söyler ve bu konuda kesin bir delil yoktur. (İbn Hacer, Fethu’l-Bārī, Beyrut 1990, X/11) Zerkeşi de aynı görüşü destekleyerek, bir kısmının Hicaz lehçesi, bir kısmının Temim lehçesi ile indirildiğini söyler. (Zerkeşi, el-Burhān fī ‘Ulūmi’l-Kur’ān, Beyrut 1972, I/286). Örneğin Kureyş lehçesinde hemze yoktur. Yine Mustafa Sadık er-Rāfi‘î, ‘lā yelitkum’ lafzının –anlam bakımından- Benū Abs lehçesinde ‘lā yenkusukum’a karşılık geldiğini söyler ve Kur’anda kırk çeşit Arap lehçesi olduğunu söyler. (er-Rāfi‘î, İ’cāzu’l-Kur’ān, Mısır 1961, s. 65-66.)
Yusuf Suresi 12/2’de: “İnnā enzelnāhu Kur’ānen arabiyyen” (Kur’anı Arapça indirdik) denilir. Yine Zuhruf 43/3’te de “İnnā ce‘alnā Kur’ānen arabiyyen” diyerek, lehçeyi değil genel Arapça dilini öne çıkarmıştır.
Kureyş lehçesinin özellikleri:
1-İbdal: Mazin lügatinde mim harfi ba harfine dönüşür.
2-Bir kelime pek çok kere irap edilebilir.
3-Kelime kalıbı çeşitlidir: Örneğin ‘aşera’ kelimesi, Kays b. Sa‘lebe’nin kabilesince ‘aşre’; Benū Temim’ göre de ‘aşire’ şeklide okunması.
4-Tashih ve İ‘lāl: Örneğin Tayy kabilesi ‘rādıye’ ve ‘bākiye’ kelimelerindeki ‘ye’ harfini ‘elif’e ve kesraya çevirerek okuması: ‘rādıi’ ve ‘bākii’ şeklinde okunması.
5-İtmam ve Naks: Örneğin Has’am ve Zebid Kabilelerinde harf-i cerden sonra gelen ‘nun’ harfinin düşürülmesi.
6-İdğam ve Fekk: Örneğin Hicazlılar’da meczum olan muzarinin, aynı olan iki harfinin idğamsız, diğerlerinde idğamlı okunması.
7-Teradüf: Aynı anlama gelen farklı kelimelerin kullanılması: Yemenlilerin kullandığı ‘medine’ kelimesinin Hicazlılarda ‘sekine’ye karşılık gelmesi.
8-Kureyşlilerde, Tābūt kelimesinin sonu açık ‘te’ ile yazılırken diğerlerinde kapalı ‘te’ ile yazılması.
9-Kureyşlilerde,
-Temimin, hikaye silsilesi için kullanılan mu‘an’an (yani filan-filan-filandan) kelimesi yok
-Kays’ın uzun uzadıya anlatıları yok.
-Esed ve Kays’ın ti‘lemu (Kureşte: ta‘lemu), ni‘lemu (Kureyşte: na‘lemu), elem i‘hed (Kureyşte: Elem a‘hed) gibi kullanımları yok.
10-Kureyş, Mu’minun 54; Saffet 174, 178; Zariyat 43’teki ifadeyi “hatta hīn” diye okurken, Huzeyl kabilesinin “atta hīn” olarak okuması.
Arabistan’ın kuzeyinde yer alan Kureyş, Huzeyl, Ensar ve Sakîf kabileleri yerleşik hayata geçip şehirlileşmişler. Bunlar, daha yumuşak ve kibar bir fonetik olan esre ve fethaya meylederek okurlarken; çöldeki yaşayanlar, daha sert bir ifade ortaya çıkaran ötreye meylederler. Yine şehirliler daha yumuşak harfleri kullanırken, bedeviler daha ser harfleri kullanırlar. Örn: şehirliler ‘talhin’ derken, aynı kelimeyi bedeviler sert olarak ‘tal‘ın’ derler. Bizdeki örneği:
İstanbullu: Kulağını, itibar, sahlep, göğüs, Kuran
Mardinli: Gulagini, i‘tibar, sa‘lep, göküs, Gur‘an
Trabzonlu: gulağini, itübar, sağlep, göğis
Kayserili: Gulağını, sağleb, Guran
Kur’anın ağırlıklı olarak Kureyş lehçesi ile yazılma nedeni, Kureyş’in Kabe korumacılığı, şiir ve savaşçı ruhundan dolayı Arabistan yarımadasında makbul ve herkesçe tanıdık bir lehçe olmasıdır.
İTİRAZ:
Eldeki Kur'an'da görülen kimi sözcüklerin yerine, Abdullah İbn Abbas, "müradiflerini", yani "eş anlamlı olanları kullanırdı. Enes İbn Malik de Müezzemmil suresinin 6. Ayetindeki "akvamu" sözcüğünün yerine, "asvabu" sözcüğünü kullanmıştır.

EL-CEVAP:
‘Akvam’ kelimesi, burada, her zamanki anlamı dışında bir kullanımdadır. Normal şartlarda anlamı ‘güçlü’ iken, burada ‘iyi-uygun’ olarak geçmektedir. Bunun için Arapçadaki en uygun kelime ‘asvabu’dur. Dolayısıyla gündelik Arapça kullanan Enes’in de ‘akvam’ı bir şekilde oraya yazması ya da ilave etmesi doğaldır. Haberi alırken ‘akvam’ diye alabilir ama daha sonra bu olağan dışı kullanımı yadırgayarak, gündelik anlamına kayar ve kendi kendisine okurken ‘asvab’ diyebilir. Ama eğer başkalarıyla karşılaştırsaydı, bu hatasını düzeltirdi. Bu bireysel-amatör-kişisel girdiler bulunan mushafı temel alarak Hz. Hafsa nüshasının farklı olduğunu ya da değiştiğini söylemek, en azından el yazması çalışmasını bilen şahsım açısından, bilimsel bir sav değil. Aşağıdakiler de aynı şekildedir. Bireysel-şahsi notlarla yazdıkları kişisel Mushafları, tahkiki belirli bir komisyon tarafından yapılan Zeyd mushafı karşısına çıkarmak, tartışılacak şey değil.
İTİRAZ:
İbn Ömer, Cum'a suresinin 10. Ayetindeki "fes'av" sözcüğünün yerine, "femzü" sözcüğünü; İbn Abbas Karia suresinin 5. Ayetindeki "kel'ıhni"yerine "k'essavfı"yı uygun görüp kullanırdı. Yine İbn Abbas "sayhaten vahideten"lerdeki "sayhaten" yerine, "zeyfeten"i yeğlerdi. Enes İbn Malik, İnşirah suresinin 2. Ayetindeki "vada'na"yerine,"halelna" diye okurdu. Buralarda görülen de yalnızca harf değişikliği değil kelime değişikliğidir. (Bunların hepsi bireysel-şahsi şerh ve kelimelerin bulunduğu Mushaflardaki açıklayıcı ya da müradif ifadeler)
El-CEVAP
Bu Mushaflar, dediğimiz gibi, özel-bireysel, hiçbir karşılaştırma ve analize tabi tutulmamış, eksik veya fazla ifadelerin olabileceği ihtimali düşünülmemiş Mushaflardır. Burada baz alınmış olan, Zeyd Mushafıdır. Örneğin bir el yazması tahkiki çalışırken, ilgili eser için, herhangi bir el yazması kütüphanesine gidip onun bir nüshası alınıp kağıda geçirilmez. Tersine birkaç nüsha üzerinden karşılaştırmalar yapılıp, ortaya ortak bir metin çıkarılır. Daha sonra oluşturulan bu metni, herhangi bir kütüphaneden bulacağınız sıradan bir elyazması ile eleştirirseniz, eğer bu el yazması yazarın kendi el yazması değilse, dikkate alınma şansınız olmaz. Dolayısıyla bu tartışma, el yazma ehli tarafından dikkate alınmaz.
İTİRAZ:
Demek ki peygamberden bu yana bir harf bile değişmemiştir savı gerçek değildir.

EL-CEVAP:
MUSHAFLARDAKİ İLAVELER
Bunlar şahsi Mushaflarda bulunan ilavelerdir. Tek başına oluşturdukları bu Mushaflarda ayetin anlamını kaybetmemek ayetlerin altına, üstüne, arasına veya kenarına kişisel açıklama, eklemeler ilave etmişlerdir. Ya da kendi bireysel kullandıkları, kolaylarına gelen kelimeleri yazmışlar, daha sonra (farklı nüsha ve kişilerden) düzeltmedikleri için öylece kalmıştır.
1-                 Hz. Aişe’nin mushafındaki ilaveler:
“Hafizu ale’s-salavati ve’s-salati’l-vüsta ve salati’l-‘usr” (Bakara 238). (İbn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesahif, s.83) Anlamı: “Namazlarınızda, [özellikle] orta namaza ve ikindi namazında titizlik gösteriniz.” Ayetin işareti elbette Hz. Aişe’nin ifade ettiği ikindidir. Ama bu özel ‘ikindi namazı’ ifadesi, Kur’an’da değil, peygamberin pek çok hadisinde yer alır. Peygamber ayetin ona işaret ettiğini söyleyince, Aişe onu ayete şerh kabilinden ilave etmiştir. Eğer Aişe bunu yazınsal olarak 3-5 kişiyle karşılaştırsaydı, kendisini düzeltebilirdi.
2-                 Ubey b. Ka‘b’ın mushafındaki ilave:
“Fe sıyamu selasetu eyyamın mutetabi‘aynı fi kefferati’l-yemin” (Maide 5/89) (İbn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesahif, s. 53) Anlamı: “Yemin kefaretinde ardı ardına iki ay oruç tutun.” Bu da aynıyla yukarıdaki gibidir. Ayet, yemin kefaretine müteallıktır, ama bu ayetin bu bölümünde net olarak geçmemektedir. Bu da şerh ve unutmamak için ilave edilmiştir.    
3-                 İbn Abbas’ın mushafındaki ilaveler:
“Leyse cuneha aleykum en tebteğu faldan min Rabbikum fi mevasimi’l-hacc” (Bakara, 2/198) (İbn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesahif, s. 73-74). Anlamı: “Artık hac mevsimlerinde Rabbinizden [ticaret üzerinden] bir menfaat istemenizde herhangi günah yoktur.” Yukarıdakilerin benzeri.
İşte bu gibi kişisel izah için ilave edilen açıklamalı notlar, daha sonra o mushafı okuyanlar ve taraftarlarınca gerçek Kur’an olarak sunulmuş ya da gösterilmiştir. Bunlar şahsi-bireysel-amatör derlemedir, içlerinde açıklayıcı notlar ya da aynı kelimenin eşanlamlıları vardır.

İTİRAZ:
Kaynaklar, ayrı ayrı mushaflar üzerinde durur. Aktarılan örneklere göre, kimi mushaftakiler bugün elimizdeki "resmi kuran" dakileri tutmamaktadır.

EL-CEVAP:
Yine diyorum. Doktora tezinde tarihte kalmış felsefi bir eserin Arapça kitap haline gelmesi için binlerce sayfa elyazması çalışan (bu nedenle alerjiye yakalanan) ve bunları bir araya getirerek ortak bir metin çıkaran birisi olarak, oluşturduğum eseri –ola ki eseri yazan kişinin kendi orijinal el yazması çıkmadıkça- sözgelimi Konya Bölgeler Elyazma’dan çıkabilecek herhangi sıradan bir nüshayı baz alarak eleştiren birisine, yani bu bağlamda Turan Dursun’a, bilim adına acı acı tebessüm ederim. Medine’de kurulan komiyona gelerek ‘evet, bendeki ezberi de yazılı metni de öyledir’ diye pek çok kişinin mutabık olduğu bir metni, kendi not defterine yazdığı bireysel izahları temel alarak eleştirmeye çalışacaksak, yaptığımız şey bilimsel bir inceleme olmayacaktır.     
İTİRAZ:
Kur'an'ın birinci orijinali de, ikinci orijinali de yine müslümanlar eli ile yakılmıştır. Kuşkusuz gerçekleri örtmek için. Osman döneminde oluşturulup çoğaltıldıktan sonra belirli merkezlere gönderilen nüshaların orijinallerine de, dünyanın hiçbir yerinde raslanmamaktadır.

EL-CEVAP:
Siz de itirazlarınıza temel aldığınız haberleri, ilgili eserlerin orjinalinden, yani yazarın kendi elyazması eserinden mi aldınız? Ya bu haberler daha sonraki çoğaltıcıları tarafından ilave edilen kasıtlı bilgilerse? Yine o yazar da sözkonusu haberleri, haberi nekledenden ya da onların kendi orijinal eserlerinden mi almıştır? Eğer bunu temel alacaksak, tarih hakkında yapacağımız şey, susmak olacaktır.


Teşekkürümüz;

Doğrusunu en iyi bilen ve yardımını asla esirgemeyen Allah’a (cc) olsun.

O ne güzel bir Bilici ve Yardımcı.

İkinci teşekkürümüz;

Kur’an’ın Metinleşme Süreci

adlı eseriyle bizlere ışık tutan

Ziya ŞEN kardeşimize olsun.



[1] CEM
1-Ezberleme: “Enes der ki: Nebi zamanında Kur’an’ı dört kişi ezberlemişti (cem).”
2-Yazma: Sehavi, Jeffery ve Zerkani yazma anlamına da geldiğini söyler.
3-Toplama: Zeyd b. Sabit: Rasülüllahın yanında Kur’an’ı deri parçalarından topluyorduk (cem).
4-Çoğaltma/fotokopi yapma (Kastallani, İrşadu’s-Sari, VII/346).
[2] KOMİSYON (Hz. Osman)
1-El-Hindî ve Aynî: “Heyet on kişi idi” (Muttaki el-Hindî, Kenzu’l-‘Ummāl, II/586; el-Aynî, Umdetu’l-Kārî, XIII/281) Bunlar: [1] Zeyd b. Sabit, [2] Abdullah b. Zubeyr, [3] Abdurrahman b. El-Haris b. Hişam, [4] Said b. El-As, [5] Ubey b. Ka‘b vb.
2-İbn Ebi Davud: Kureş ve ensardan on kişi. (Kitabu’l-Mesāhif, s.26). Bunlar arasında: Zeyd b. Sabit, Ubey b. Ka‘b, Said b. el-As var.
3-İbn Hacer: Beşini zikrediyor: Malik b. Ebi Amir, Kesir b. Eflah, Ubey b. Ka‘b, Enes b. Malik ve Abdullah b. Abbas. (Fethu’l-Bari, X/22-23).
4-İbn Halef: Ensardan Zeyd b. Sabit, Kureyş’ten ise Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Abbas, Said b. el-As, Abdurrahman b. el-Haris b. Hişam, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr b. el-As ve Eban b. Said. (el-Kevākibu’d-Durriyye, Mısır 1344, s.21)

[3] Bu zat, Erken dönemde yaşamış olup tefsircilerin babası sayılır.